ORTAÇAĞ FELSEFESİ II – PATRİSTİK DÖNEM
Evet arkadaşlar… Bugün de sizlere Ortaçağ
felsefesinden Patristik dönemi, yani babalar dönemini anlatalım. Yani kilise
babalarının dönemini..
Şimdi kilise babaları 2. Yüzyıldan 8 yüzyıla
kadar yaşamış olan önde gelen Hristiyan din adamları. Bu adamlar Hristiyan
inancının temelini atmışlar ve hristiyan teolojisini oluşturmuşlar. Bunlar o
dönemde sistematik bir okuldan ziyade bi nevi usta çırak ilişkisiyle yetişmiş
alaylı din adamları. 8. Yüzyıldan sonra ise skolastik döneme giriyoruz ve artık
batıda üniversiteler kurulmaya başlıyor. Yani sistematik bir eğitimden geçen
okullu din adamları yetişmeye başlıyor..
İşte Patristik dönemde felsefeye damgasını
vuranlar, yani felsefe yapanlar bu kilise babaları. Hristiyan teolojisini yerleştirmek ve de Hristiyan olmayanların eleştirilerine cevap verebilmek,
Paganların ve Gnostiklerin görüşlerini çürütebilmek için bol bol felsefe
yapıyorlar..
Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi o
dönemde felsefeye din hakim..
Ha şimdi.. O dönemin felsefesini anlayabilmek
için, ilk önce Pavlus’u tanımamız lazım.. Kimdir bu Pavlus? Hristiyanlık
tarihinin İsa Mesih’ten sonra herhalde en meşhur ve de en tartışmalı ismi.
Kimine göre bir aziz ve şehit, kimine göre de Hristiyanlığın içine girmiş, İsa
Mesih’in dinini bozmuş, aslından saptırmış bir Yahudi ajanı.
Şimdi Pavlus MS 5-10 yılları arasında bi
tarihte Tarsus’ta, yani bugünkü Mersin’de dünyaya geliyor. Kendisi Roma
vatandaşı bir Yahudi. Aynı zamanda da bir Ferisi. Yani bölgenin önde gelen ve
de sözü geçen Yahudi din adamlarından. İlk başlarda Hristiyanlığın çok şiddetli
bir düşmanı. Hristiyanlara olmadık zulümler yapıyor, onları tutuklattırmak için
elinden geleni yapıyor falan..
Sonra kendi anlattığına göre bir gün, Şam’a
giderken karşısına İsa Mesih çıkıyor. Tabi İsa Mesih o dönemde çoktan çarmıha
gerilmiş ve ölmüş. Yani bir mucize gerçekleşiyor. İsa Mesih Pavlus’u
Hristiyanlığı yaymakla görevlendiriyor ve o günden sonra Pavlus Hristiyanlığın
ciddi bir savunucusu oluyor ve Hristiyanlığı yaymak için canla başla
çalışıyor..
Hristiyanlık tarihinde bir dönüm noktası
olarak kabul edilen bu olaya Damascus yolu olayı denir.
Pavlus diyar diyar geziyor ve gittiği her
yerde Hristiyan cemaatleri oluşturup yerel kiliseler kuruyor. Bu yolculuklar
sırasında yerel kiliselere pek çok mektuplar yazıyor ve bu mektuplar Pavlus’un
mektupları isminde ayrı bir bölüm olarak İncillere ekleniyor.
Pavlus daha sonra Kudüs’te Yahudi yetkililer
tarafından tutuklanıyor. Ancak Pavlus bir Roma vatandaşı olduğu için Roma’da
yargılanmak istiyor. Bu isteği kabul ediliyor. Roma’ya gönderiliyor ve orda ev
hapsinde tutuluyor. Bu dönemde de mektuplar yazmaya devam ediyor. Ölümünün
nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber Roma’da 64-67 yılları arasında
kafası kesilerek idam edildiği düşünülüyor…
Kısaca arkadaşlar Pavlus, (Ya da İslam
dünyasındaki adıyla Bolus) bu..
Ha şimdi bu onun hayatı. Peki Pavlus
Hristiyanlığa neler getirdi? İlk evvela Pavlus’un söylediği ve de diğer
Hristiyanların karşı çıkmasına rağmen direttiği olay şu: Hristiyanlığın lokal
bir din olmaktan çıkıp bütün dünyaya yayılması lazım...
O dönemde Hristiyanlık Yahudiliğin reforme
edilmiş bir hali, yani aslında Yahudilik inancının bir mezhebi olarak
görülüyor. Ve sadece Yahudiler arasında inananları bulunan lokal bir din.. Ve
Pavlus diyor ki, İsa Mesih inancını bütün dünyaya yaymamız lazım. Çünkü İsa
Mesih sadece Yahudiler için değil, bütün insanlar için bir kurtarıcı olarak
gönderildi...
Ancak Pavlus’un bu isteğinin önünde iki tane
ciddi engel var: Birincisi sünnet olayı. Erkeklerin sünnet olması yani. Yukarda
söylediğimiz gibi Hristiyanlık ilk başlarda Yahudiliğin bi mezhebi olarak
görülüyordu ve Yahudilikteki kuralların çoğunluğu Hristiyanlar içinde
geçerliydi. Bunlardan da en önemlisi erkeklerin sünnet olması. Ki o dönemde
henüz Müslümanlık gelmediği için sünnet olayı sadece Yahudilerde vardı.
Yahudiler bunu Yehova ile yaptıkları anlaşmanın bir sonucu olarak kendilerine
has bir ayrıcalık olarak görürlerdi.. E şimdi kalkıp da Yahudi olmayan birini
sünnet olayına ikna etmek de bi hayli zordu haliyle...
İkinci engel ise, Yahudilikteki, ve de
dolayısıyla Hristiyanlıktaki yeme içme kuralları.. Mesela domuz eti yasağı.
Yani düşünün Batı Avrupa’dakilerin mesela ana yemeği. Millet hep domuz eti
yiyor, domuzdan geçiniyor, domuz çiftlikleri falan..
Ve Pavlus bir devrim yaptı. Ve bu yasakların
sadece Yahudilere özgü olduğunu, yani aslında dini bir inançtan ziyade bir
kültür olduğunu, ve de Yahudi olmayanların bu kurallara uymasına gerek
olmadığını söyledi..
Bingo.. İşte ortadaki engel kalktı. Yani bu
engelleri aşmayı, kaldırmayı bilen insanlara gerçekten her zaman takdirle
bakmışımdır inanın..
Her neyse.. Pavlus’un bu görüşü diğer
Hristiyan din adamlarınca da benimsendi ve Hristiyanlık Roma imparatorluğu
içinde dalga dalga yayılmaya başladı. Çünkü o dönemde pek çok insan mevcut
dinlerin değişen şartlara uyum sağlayamadığına inanıyordu ve zaten de yeni bir
din arayışı içindeydiler... Tabi bu
Pagan inanışına sahip Roma devletinin pek hoşuna gitmedi ve Hristiyanlara
takibat, zulüm, işkence öldürme falan gibi işler yaptılar. Bi önceki yazımızda
detaylı olarak anlattık..
Ha şimdi.. Bütün bunların felsefeyle ne ilgisi
var derseniz.. Daha önce de söylediğimiz gibi, Ortaçağ felsefesi din ağırlıklı.
Din derken Hristiyanlık. Yani felsefe aslında o dönemde teolojinin emrinde.
Aslında kendi başına bir varlığı yok. Daha çok teolojinin, yani din iliminin,
ya da bizdeki adıyla ilahiyatın bir kolu olarak görülüyor. Bu yüzden de o
dönemdeki felsefi gelişmeleri anlayabilmek için Hristiyanlık tarihindeki belli
başlı dönüm noktalarını bilmek gerekiyor.
Şimdi... Gelelim bizi ilgilendiren felsefi
yönlere.. Pavlus ilk olarak ortaya şu fikri attı:İSA TANRIDIR..
Off.. Yani gerçekten çok büyük bir iddia. Yani
bir insanın Tanrı olduğunu iddia etmek, özellikle Yahudilik gibi tek Tanrı
inancına sahip bir dinden gelen birisi için.. Ve de İncillerin hiç bir yerinde
İsa Tanrı’dır diye bir ifade geçmemesine rağmen..
Yani söylediği şu: İsa Mesih, Tanrı’nın insan
kılığına girmiş, insan olmuş, ete kemiğe bürünmüş halidir. Tanrı, yani Allah,
tövbe haşa.. Allah deyince bi ürperdim.. Tanrı demeye devam edelim biz.
Pavlus’a göre Tanrı insan olmuştur ve de biz fani insanların arasına
gelmiştir... Yani enkarne olmuştur.
Tanrının insan şekline girmesi, yani enkarne
olması zaten ilk defa Pavlus’un ortaya attığı bi görüş değil. Yunan, Mısır,
Hint mitolojisinde, Zerdüştlükte, Roma inancında ve daha pek çok inançta zaten
var. Yani o dönem insanının yabancı olduğu bir olay değil bu. Mesela Budizmin
bazı mezheplerinde Buda aynı şekilde Tanrı’nın enkarne olmuş hali olarak kabul
edilir. Hatta bizim kültürümüzde dahi bazı türkülerde bu inancın yansımalarına
rastlarız: İnsan sıfatında çok geldim gittim mesela.
Peki Pavlus niye böyle bir iddia ortaya attı?
Bunun için pek çok sebep sayılsa da aslında ana sebep, Roma halkının Pagan
inancına sahip olması. Pagan inancı çok Tanrılı bi inanç ve bu inançta Tanrılar
insan şeklinde. Ha işte zihinleri insan şeklinde olan tanrılara alışkın olan
Roma halkına bu inancı benimsetmek için Pavlus böyle bir fikir ortaya attı.
Yani dedi ki, sizin yeni tanrınız Apollon, Jüpiter falan değil... İsa Mesih...
Yani Romalılar göklerde bir Tanrı değil, insan
şeklinde olan ve insanların arasında dolaşan bir Tanrı istiyordu. Yahudiliğin
anlattığı Yehova fikri onlara inanılmaz derecede yabancıydı. Ve o şekilde bir
Tanrı inancıyla Hristiyanlık dinini Romalılar arasında yaymanın imkanı yoktu.
Bu yüzden de tekrar söylüyorum, Pavlus ortaya İsa Mesih Tanrıdır fikrini attı.
Her neyse.. Pavlus bu büyük iddiayı ortaya
attı ve de genel olarak Hristiyanlar arasında kabul gördü. Şimdi bu inancın bi
şekilde desteklenmesi, ispat edilmesi lazım. Çünkü İncil’in hiçbir yerinde İsa
Tanrıdır diye birşey yazmıyor. İsa’nın ağzından da böyle bir söz çıkmamış.
İsa’nın havarilerinden de böyle bir rivayet yok..
İşte tam burda felsefe denen olay devreye
giriyor. Hristiyanlık felsefesi İsa’nın Tanrı olduğunu ispat etmek amacıyla
başlıyor..
Şimdi peki nasıl ispat ediyorlar bunu?
Düşünsene... Böylesine büyük bir iddia.. Hristiyanlık inancının temeli... Ve de
böyle temel bir inancın defalarca ve defalarca, üstüne basa basa kutsal kitapta
tekrar edilmesi gerekmez mi? Yani aklen mantıken düşünürsen öyle. Ama yok işte.
Yok.. O zaman hadi düşünelim, felsefe yapalım ve bi şekilde bunu ispat edelim..
Şimdi bunu nasıl ispat ettiklerine girmicem
ama, şunu söylemek lazım. İsa Tanrı olarak kabul edilince bu sefer ortaya başka
sorunlar çıktı. İsa Tanrıysa, nasıl oldu da o zaman çarmıha gerilerek
öldürüldü? Niye kendini kurtarmadı?
Buna cevap olarak da asli günah teorisini
attı. Hani şu Adem’le Havva’nın yasak elmayı yiyip cennetten kovulma olayı var
ya. İnsanoğlunun işlediği ilk günah. Tabi burda elmayı sembolik olarak alın.
İşledikleri günah her neyse onun bir sembolü. Yani bi elma için kimse cennetten
kovulmuyor. Ha işte bu günah o kadar büyük bi günahtı ki, nesilden nesile
aktarıldı. Yani doğan her çocuk bu günahın yüküyle günahkar olarak doğuyordu.
Tabi ölürken de o günahı beraberinde götürüyordu.
İşte Pavlus’a göre Tanrı insanoğlunu çok
sevdiği için, biricik oğlunu dünyaya gönderdi, onun çarmıha gerilmesine izin
verdi ki insanlık bu ilk günahın yükünden kurtulsun. İsa Mesih Hristiyan
inancına göre bir kurbandır yani. Hatta İsa’nın çarmıhta kemiklerinin
kırılmamış olmasını da onun kurban olmasının bir delili sayar. O dönemde
çarmıha gerilen mahkumların bi müddet sonra bacakları kırılır, haliyle bu
durumda bacaklar bedeni taşıyamaz ve boğularak ölürlerdi. Ancak İsa Mesih daha
önce gördüğü ağır işkenceler yüzünden bacakları kırılmadan ölünce ona bu
işlemin yapılmasına gerek görmediler.
Ha bu arada, bu kurtuluşa ermek için Hristiyan
olma şartı da var onu söyleyim. Hristiyan olmayanlar bu ilk günahın yükünü
taşımaya devam ediyorlar.
Şimdi İsa’nın Tanrı olduğu kabul edilince, bu
sefer ortaya başka sorunlar çıktı. İsa aynı zamanda da bi insan. Öyle değil mi?
Yiyor, içiyor, acıkıyor, uykusu geliyor uyuyor, çok çalışınca yoruluyor. Bu
arada Hz İsa bir marangoz. Peki insan doğasıyla Tanrı doğası arasındaki ilişki
nedir?
Bak gördün mü yeni bir felsefe konusu. Şimdi
düşün dur ki bunun içinden çıkasın. Yani Hristiyan teolojisi bi müddet sonra o
kadar karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor ki, inanışın esaslarının
yerleşmesi nerdeyse dört yüz yıl sürüyor ve Hristiyan inancına en son noktayı
5. Yüzyılda Aziz Augustinüs koyuyor.
Her neyse devam edelim. Şimdi ne dedik,
İsa’nın Tanrı olduğu kabul edilince ortaya başka sorunlar çıktı. İsa’nın insan
doğasıyla Tanrı doğası arasındaki ilişki ne?
Şimdi kilise babaları işte bunu çözmek için
oturup düşündüler. Yani aslında bi nevi felsefe yaptılar. Daha önce de dedik
ya. O dönemde felsefe kilisenin emrinde.
Bu konuda ortaya bir sürü görüş atılmış.
Mesela kimi demiş ki, Tanrı İsa ve insan İsa tek kişidir. İsa’nın hem insan doğası vardır, hem de Tanrı
doğası. Bu iki doğa bir kişide birleşmiştir, ancak bu iki doğa birbirine
karışmaz, birbirinden ayrılmaz. Yani İsa aynı anda hem tam bir Tanrı’dır, hem
de tam bir insandır.. Buna hipostatik birlik deniyor. Bu görüş daha sonra
Kadıköy konsilinde Hristiyanlığın resmi görüşü olarak kabul edilmiştir.
Başka birileri mesela, Nestoryanlarsa demiş
ki, Tanrı İsa ve insan İsa iki ayrı kişidir. Yani aslında İsa iki kişidir.
Diğeri demiş ki İsa’nın tek bir doğası vardır, o da Tanrısal olan. İnsan doğası
Tanrısal doğanın içinde çözülmüş ve Tanrısallaşmıştır. Şekerin çayın içinde
eriyip çaya karışması gibi. Bi başkası da demiş ki, İsa’nın insan bedeni
aslında yok. Bir yanılsama, bir illüzyon sadece. Daha başka görüşler de var bu
konuda ama hepsini anlatmayalım şimdi.
Yani İsa Mesih’in Tanrısal doğası hakkında o
kadar çok farklı görüşler oluştu ki.. Tabi ilginç olan havarilerden hiçbiri bu
konu hakkında İsa Mesih’e hiçbisey sormamış, İsa Mesih de bu konu hakkında
hiçbi şey söylememiş. Her neyse bu görüşler o kadar çoğaldı ve o kadar içinden
çıkılmaz bir hal aldı ki, 451 yılında sırf bu sorunu çözmek için Kadıköy
konsili toplandı, ki bu konsil Hristiyanlık tarhinde İznik konsilinden sonraki
en meşhur konsildir. Bu konsilde Hipostatik
birlik görüşü Hristiyanlığın resmi görüşü olarak kabul edildi ve bunun
dışındaki bütün görüşler sapkın ilan edildi.
Yine ortaya çıkan başka bi sorun: İsa Tanrıysa
o zaman Meryem de Tanrı annesi mi? Yine bu soruya farklı farklı cevaplar
verildi ve İsa’nın Tanrı annesi olduğu yine resmi Hristiyan inancı olarak kabul
edildi.
Her neyse işte. Daha bir sürü felsefi soru var
ama, fazla girmiyorum. Bu insanların bu sorunları nasıl çözdüğünü de anlatmak
istemiyorum. Çünkü bu durumda yazı uzar gider. Bunları anlatmaktaki tek amacım
o dönemde felsefenin nelerle uğraştığına dair genel bir fikrinizin olması.
Yoksa Ortaçağ’ın Patristik Hristiyan felsefesinin bugünün insanına herhangi bir
katkıda bulunacağını düşünmüyorum. İnanın bana İsa’dan 400 sene önce yaşamış
olan Heraklitos’un felsefesi bugünün insanına çok daha fazla hitap etmekte.
Zaten dediğim gibi, olay o kadar dallanıp
budaklanıyor ki, çözülen her soru, otomatikmen başka soruları da beraberinde
getiriyor. Mesela tartışılan konulardan birisi şu: Kutsal Ruh, Baba ve Oğul’dan
mı çıkar? Yoksa sadece Baba’dan mı çıkar? Ya da insan ruhu insan doğmadan önce
var mıdır? Yoksa insan doğarken mi yaratılır?
Nerde o tabiatla, toplumla, algılarla,
devletle, erdemle ilginenen antik Yunan felsefesi.. Nerde bunlar... Yani bana
göre o dönem insanlık tarihinde ciddi anlamda bir kayıp. Zaten o yüzden de
adına karanlık çağ diyorlar..
Her neyse.. Patristik dönem ikinci yüzyılda
başlar ve 8. Yüzyıla kadar sürer. Ancak 5. Yüzyılda Aziz Augustinüs’le beraber
bütün teolojik sorunlar çözülmüştür. Düşünün yanı, Hristiyan inancının tam
olarak çözülmesi ve temellendirilmesi tam 400 sene sürmüştür. O yüzden de 5. Yüzyıldan sonra artık felsefeye ihtiyaç
duyulmamıştır ve felsefe, bilim çalışmalarının hemen hemen durduğu, 8. Yüzyıla
kadar sürecek olan aşağı yukarı bi 350 – 400 sene sürecek olan karanlık çağa
girilmiştir. Bu dönemde kilise felsefe yerine daha çok siyasetle ilgilenmiştir.
Özellikle 476 yılında Batı Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra kilise
ciddi anlamda siyasi bir güç kazanmıştır ve bu gücünü gitgide daha da
artırmıştır.
8. yüzyılda ise felsefe ve bilimin yavaş yavaş
yeniden canlandığı, üniversitelerin kurulup din adamlarının sistematik bir
eğitimle yetiştirildiği Skolastik dönem başlar..
Her neyse.. Patristik dönem hakkında kabaca
bir bilginiz oldu. Bu kadarı size yeterli. Yok illa ben Ortaçağ felsefesi
hakkında uzman olacam diyorsanız, bu konu hakkında kitaplar, tezler,
araştırmalar var.. Okuyabilirsiniz.. Ama pek tavsiye etmem yani...
Neyse bu yazı da bu kadar. Hadi kalın
sağlıcakla..
Yorumlar
Yorum Gönder