ORTAÇAĞ FELSEFESİ - SKOLASTİK DÖNEM

 




Evet arkadaşlar.. Bugün de sizlere kısaca Skolastik dönemi ve o dönemin felsefesini anlatayım diyorum.

Şimdi Skolastik dönem dediğimiz aşağı yukarı bi 500 sene falan sürüyor. Ortaçağın ikinci kısmı yani. Ortaçağ’ın bitmesiyle de bu skolastik dönem sona eriyor. Ortaçağ ne zaman bitiyodu hatırlayın. İstanbul’un fethiyle. Yani Doğu Roma devletinin yıkılmasıyla. 1453. Tabi bu bir kısım tarihçilerin görüşü. Diğer bir kısım da Ortaçağ‘ı Rönesans’ın başlamasıyla bitirirler. İkisi arasında fazla bi fark yok gerçi. Bi elli sene falan var.

Şimdi işte Skolastik dönem 11. Yüzyılda başlıyor. Daha önceki dönemin adı neydi hatırlayın: Patristik dönem. Babalar dönemi yani. Bu dönem 1. Yüzyılda başlamıştı. İlk dört yüz yıl Hristiyan teolojisinin yerleşmesiyle uğraşılmıştı. Ayrıntılı bilgi isteyenler önceki yazılarımızı okuyabilir.

Ve işte bu dönemde, yani 476 yılında insanlık tarihinin en önemli olaylarından birisi oldu. Batı Roma devleti yıkıldı ve İlkçağ sona erip Ortaçağ başladı. Bakın görüyo musunuz? Ortaçağ dediğimiz dönem Batı Roma devletinin yıkılmasıyla başlıyor, Doğu Roma devletinin yıkılmasıyla bitiyor.. 476-1453 yılları arası yani. Yaklaşık bin sene...

Ha işte bu Batı Roma devleti yıkılınca, Roma barbar kavimler tarafından saldırıya uğradı. İşgaller, yağmalar, tecavüzler gırla. Ortada devlet olmayınca, otoriye olmayınca.. Ve bi müddet sonra bu yüzden feodalizm dediğimiz olay başladı. Yani yerel toprak beyleri kendi bölgelerini oluşturdular ve kendilerini savunmaları için paralı askerler tuttular. Şövalyeler yani. İşte Ortaçağın meşhur şövalye kültürü böyle başladı.

Tabi yerel halk da barbarların yağmasından, talanından saldırısından korunmak için bu feodal derebeylerine sığındılar ve böylece de ortaya serflik dediğimiz sistem çıktı. Bizdeki maraba sistemi yani. Toprağa bağlı kölelik..

Tabi Ortaçağın esas aktörü kilise. Kilise güçlendikçe güçlendi o dönem. Çünkü her şeyden önce Tanrı adına konuştuklarını iddia ediyorlardı. Yani bunlar bizim sözümüz değil bakın.. Tanrı’nın sözü ha.. Ona göre.. İkincisi, kilise kendisine yapılan bağışlardan bir kısmını yoksullara dağıtıyordu. Tabiki de kendi istediği yoksullara veriyordu bu yardımları. Yani kiliseye bağlı, kilisenin istediği gibi inanan, onun sözünü dinleyen yoksullara.. Üçüncüsü de, zenginler kiliseye yüksek miktarda bağışlar yapıyordu. Olurken miraslarından pay vasiyet ediyorlardı.. Falan.. Öteki dünyada günahlarımız bağışlanır umuduyla tabi.. Böylece kilise çok geniş çaplı topraklara sahip olmuştu.. O dönemde de haliyle toprak demek güç demekti..

Ve de hepsinden önemlisi, o kargaşa, kaos ve ümitsizlik ortamında kilise insanlar için sığınılacak bir liman haline gelmişti. Kilise insanlara liderlik ediyordu. Sabredin diyordu. Ümit aşılıyordu.

Tabiki o dönemin krallarının pek hoşuna gitmedi bu. O yüzden sürekli olarak, Patristik dönemde krallarla kilise arasında çekişmeler kavgalar yaşandı. Bi kilise galip geldi, bi krallar..

Ta ki Skolastik dönem dediğimiz döneme kadar sürdü gitti bu çekişme..

Skolastik döneme geldiğimizde artık kilise kesin olarak gücünü yerleştirmişti. Krallara galip gelmişti. Çünkü her şeyden önce halk da, askerler de kiliseye ölümüne bağlıydı. İkincisi kilise çok güçlüydü. Üçüncüsü de kilisenin aforoz yetkisi vardı. Yani sapkın gördüğü kişiyi aforoz, yani kafir ilan etme yetkisi vardı ki, bu da senin ebedi olarak cehennemde yanacağın anlamına gelirdi. Yani kilise istediği zaman bir kralı bile aforoz edebilirdi.

Tabi krallar genellikle bu aforoz olayını pek sallamıyorlardı. Yani senin demenle mi ben cehennemlik olacam ben diyodu Papa’ya ama... Kilise seni aforoz ettiği zaman ne halk senin sözünü dinliyordu ne de askerler.. O yüzden mecburdular Papa hazretlerinin her dediğini yapmaya..

Yani kilisenin, dolayısıyla da Papa’nın bu dönemde kazandığı güç gerçekten de hayret verici. Düşünün bi.. Papa haçlı seferleri organize ediyor. Yani krallara diyor ki ordu toplayın, Kudüs’ü fethe gidecez. Krallar istemese de binlerce insan toplanıp ordular kurulup ta Kudüs’e sefere gidiliyor. Hem de farklı zamanlarda tam sekiz kez..

Tabi Haçlı seferleri büyük bir hezimetle sona eriyor.. Ve de bu da kiliseye olan güveni yavaş yavaş sarsmaya başlıyor.

Ve bu dönemde Batı dünyası müslümanlardan Aristo’yu öğreniyor ve hayran kalıyor. Özellikle kilise Aristo’yu çok seviyor. O zamana kadar kilise Platoncu. Yani yüzünü göğe çevirmiş. Kurtuluş, öteki dünya, mana alemi gibi şeylerle ilgileniyor daha çok. Ancak Skolastik dönemde kilise siyasetin tam göbeğinde. Bu yüzden de artık bu dünyayla ilgilenen Aristo felsefesi çok daha uygun düşüyor kiliseye ve de Papa’ya...

Evet arkadaşlar.. İşte Skolastik dönemin en önemli özelliği Batı dünyasının felsefede Aristo’yu keşfetmesi, ona hayran olması, onu kutsaması, adeta bir peygamber seviyesine çıkarması. Evet Aristo o dönemde kilise için nerdeyse bir peygamber gibiydi ve onun söyledikleri tartışılmazdı dahi. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Şuna ne dersiniz peki? Aristo demiş ki, dünya evrenin merkezindedir ve de bütün gök cisimleri, güneş dahil dünyanın etrafında döner. Kilise bu görüşü olduğu gibi alıyor, kutsal kitabı bu görüşü haklı çıkaracak şekilde yorumluyor ve diyor ki, güneş dünyanın etrafında döner.. Dünya sabittir.. Aksini söyleyen olursa vay haline..

Mesela Giordano Bruno var. Dünya dönüyor dediği için adamı diri diri yakıyorlar. Galile’nin başına gelenleri biliyosunuzdur herhalde. O da dünya dönüyor dediği için engizisyon mahkemesine çıkıyor. Ha evet bu arada kilisenin kendi mahkemesi var. Engizisyon. Dini suçları kendi mahkemesinde yargılıyor. Kafirsen, sapkınsan.. Yani kilisenin öğretisinden saptıysan vay haline..

Hani derler ya.. Güç saptırır, mutlak güç mutlaka saptırır. İşte kilise o dönemde bir güç zehirlenmesine uğruyor. Cadı avları, engizisyon, haçlı seferleri.. Düşünün yanı cadı diye bir sürü kadını meydanın ortasında direğe bağlayıp diri diri yakıyorlar. Bunun dışında yapılan işkencelerin, hapislerin, zulümlerin haddi hesabı yok..

Ha şimdi. Bu dönemin en önemli özelliği, belki de tek iyi yönü, kilise artık gücünü tam olarak yerleştirdiği için öyle güç savaşlarıyla falan enerjisini harcamıyor ve bilimle, felsefeyle daha fazla ilgilenmeye başlıyor. Tabi o dönem de bilim de, felsefe de, eğitim de, öğretim de kilisenin tekelinde. Yani okumuş insanların dindar Ortodoks Hristiyan olmaları lazım. Sonra kafir, sapkın, zindik falan olurlar.. Hani şu dindar nesil yetiştirme olayı var ya. Onun aynısı işte..

Her neyse. O dönemde işte üniversiteler kuruluyor ve alaylı din adamlarının yerine üniversitelerde sistematik eğitim almış din adamları yetişmeye başlıyor. Yine bu dönemde diyalektik ve kıyas yöntemleri yaygınlık kazanıyor. Nedir bu diyalektik dediğimiz? Sınıflarda, felsefe derslerinde iki öğrenci bi öğretmenin gözetiminde felsefi bi konuyu “tartışıyorlar”. Bakın size çok basit bişey gibi gelebilir ama o dönem için büyük bi gelişme. Yani 400-500 sene bu türden tartışmaların yapılması kesinlikle yasaktı. Senin büyüklerin, kilise babaları, azizler zaten her şeyi söylemişler, yazmışlar çizmişler. Sen neyini tartışacaksın bunun? Tartışayım derken sonra sapıtıyorsunuz, dinden çıkıyorsunuz, sapkın oluyorsunuz falan.. Düşünce bu yöndeydi..

İşte Skolastik dönemde felsefi tartışmalar yaygınlaşmaya başlamıştı ve bu da aslında felsefenin ve düşüncenin asırlar sonra yavaş yavaş yeniden dirilmesi demekti. Tabiki de tartıştıkları konular kilisenin izin verdiği suya sabuna dokunmayan konular. Yani kalkıp da öğrencilerin İsa Mesih Tanrı’nın oğlu mu değil mi diye tartışacaklarını düşünmüyorsunuz değil mi?

Ama bu kadarcık bi müsamaha bile 500 sene sonra gelecek olan Rönesans ve Reform hareketlerinin temelini attı.

Evet arkadaşlar.. O dönem hakkında kısaca bir bilgi verdikten sonra.. O dönemin felsefesinden bahsedelim biraz da. Aslında çok fazla bi felsefe yok. O dönemde Batı Avrupa’da yapılan felsefenin tek bir derdi var: Hristiyanlık inancını akla mantığa uydurmak.

Niye böyle yapıyorlar peki? Çünkü o dönemde felsefe revaçta. Hakim akım yani. Nasıl ki şimdi bilim hakim akımsa.. Yani nasıl ki şimdi din adamları kutsal kitapları bilimle uyumlu hale getirmeye çalışıyorlar. Falan ayette filan bilimsel buluş var. İşte o dönemde de aynı şekilde hem İslam dünyasında hem de Hristiyan dünyasında Kutsal Kitapları akla uygun hale getirme çabası var. Özellikle de Aristo’ya..

Yukarda da dedik ya.. O dönemde hem İslam dünyasında hem de Hristiyan dünyasında Aristo büyük itibar görüyor. Hristiyanlar Aristo’yu müslümanlardan öğreniyorlar ve onlardan daha fanatik Aristocu oluyorlar. Sade Galile değil, Newton da hareket yasalarını geliştirirken Aristo tabusuna karşı mücadele ediyor. Üstelik de bu iki bilim adamı da Rönesans döneminde, yani kilisenin eski gücüne artık sahip olmadığı bir dönemde yaşamalarına rağmen. Düşünün yani. Kilisenin gücünü kaybetmiş hali bile o dönemde ne kadar güçlü..

Şimdi dediğimiz gibi o dönemin felsefesi teoloji, yani din ağırlıklı. Ana amaç, Hristiyanlık inancının akla uygun olduğunu ispat edebilmek. Bu yüzden de bir sürü filozof 500 sene boyunca bunun için çalışmışlar. Tek tek bütün filozofları incelemeye gerek yok. Ama dönemin felsefesi hakkında genel bir bilginiz olması için bazı filozofların görüşlerini özet olarak aşağıya yazayım dedim.

1.Anselmus: Tanrı’nın varlığını mantıksal olarak ispatlamaya çalışmıştır. Tanrı düşünebileceğimiz en mükemmel varlıktır. En mükemmel varlığın özelliklerinden biri de onun var olmasıdır. Çünkü var olmasaydı en mükemmel olmazdı. Var olan başka bir varlık ondan daha mükemmel olurdu. Demek ki Tanrı var.

 

2.Pierre Abelard: Diyalektik yöntemin o dönemde öncüsüdür. Yani demiştir ki, felsefi sorunları diyalektik yöntemle çözeriz. Birbirine karşıt olan iki görüşe sahip iki kişi tartışır ve bu tartışmanın sonunda bir sentez ortaya çıkar. Mesela biri der ki internet çok faydalı, öteki der ki internet çok zararlı.. İkisinin tartışmasından ortaya şu çıkar: İnternet bazen faydalı, bazen zararlı.. Anladın? Ha bi de demiş ki, ahlak niyettir. Bi işi yaparken senin niyetin iyiyse o iş iyidir. Kötüyse o iş kötüdür..

 

3.Albertus Magnus: Tanrı’yı anlamak istiyorsak eğer bilim yapmamız gerek. Kainattaki düzeni çözerek ancak Tanrı’nın varlığına, gücüne, bilgisine şahit olabiliriz. Yani asırlardır ötelenen bilimi tekrar gündeme getirmiştir ve Skolastik dönemde bilim, yani gözlem, yavaş yavaş canlanmaya başlamıştır ve böylece Rönesans’a giden yolun önü açılmıştır...   

 

4.Thomas Aquinas: Tanrı’nın varlığını mantıksal olarak, yani akıl yoluyla ispat etmeye çalışmıştır. Bunun için tam beş tane ispat bulmuştur. Bu ispatların en önemlisi ilk neden teorisidir. Aristo’nun ilk neden teorisini almış ve Hristiyanlığa uyarlamıştır. Yani şu: Bu dünyada her olayın bir nedeni var. Sonra o nedenin de bir nedeni var. Yani mesela bugün yağmur yağdı. Niye yağdı? Çünkü hava bulutlu. Hava niye bulutlu? Çünkü sonbahardayız. Niye sonbahardayız? Çünkü eylül ayındayız... Falan.. Yani bu nedenler sonsuza kadar gidecek değil. Bi yerde mutlaka biter ve işte orda ilk neden vardır. O ilk neden de Tanrı’dır.

 

 

5.William of Ockham: Dönemin en sevdiğim filozofu. Ockham’ın usturası diye bir olay var ki çok meşhur. Ockham demiş ki, en basit açıklama en doğru olandır. Mesela bir olay var. Bu olay nasıl oldu? İki üç tane ihtimal var. Bunlardan en basiti genelde en doğru olandır. Mesela araban çalışmıyor. Birinci açıklama: Akü bitti. İkinci açıklama: CIA geldi ve arabanın motorunu bozdu, benim işimi engellemek için. Ockham’ın usturasına göre birinci seçenek. Çünkü daha basit.. Tabi bu her zaman geçerli değil ama, çoğu durumda hayatımızı kolaylaştırıyor. Yani diyor ki paranoya yapıp da gereksiz varsayımlar yapmayın kardeşim.

Bak mesela Ortaçağ’da Avrupa’da hastalıkların kötü cinlerden, büyüden falan geldiği sanılırdı. Sonra dediler ki, yok hastalıklar mikroplardan oluyor. Bak çok daha basit bir açıklama. Yani komplo teorilerinde vazgeçin diyor..

Ockham’ın usturası şu prensibi de beraberinde getirir: Eğer bir konuyu basit, sade, içini anlaşılmaz terimlerle, süslü laflarla doldurmadan, herkesin anlayabileceği bi şekilde anlatabiliyorsan, o konuyu derinlemesine biliyorsun demektir. Tıpkı benim bu felsefe blogunda yaptığım gibi. Böyle kimsenin anlamadığı terimlerle konuşmayı doldurmak o konuyu bilmediğini ve o bilgisizliğini örtmeye çalıştığın anlamına gelir..

Tabiki bu meslekten olmayanlar için geçerli. Aynı meslekten olan iki kişi kendi aralarında terimlerle konuşur ki, bu gayet de normaldir. Yani iki doktor birbiriyle konuşurken tıbbi terimlerle konuşması gayet de normaldir. Ama kalkıp da vatandaşa o tıbbi terimlerle konuşmaya kalkarsa o konuyu fazla bilmiyor demektir... Yani siz de bu olaya dikkat ederseniz güzel olur..

Her neyse Skolastik dönem bu kadar arkadaşlar.. Skolastik dönemin bitmesiyle Ortaçağ da bitiyor ve Rönesans, yani yeniden doğum başlıyor. Aslında bu Skolastik dönemde Akinolu Tomas diye çok önemli bir filozof var ki, etki açısından nerdeyse Platon’a Aristo’ya denk bir filozoftur. Onu da başka bi yazıda anlatsam mı yoksa Rönesans’a mı geçsem bilemiyorum. Eğer anlatmamı istiyorsanız yorumlara yazın... Bi de tümeller tartışması var. Ortaçağ’ın önemli felsefe konularından. Belki onu da anlatırım sonra. Ya da anlatmam. Bilemiyorum Altan.. Bilemiyorum..

Neyse kalın sağlıcakla.. Bi dahaki yazıda görüşürüz.. Allaha ısmarladık...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUŞKUCULUK

PLATON II - İDEALAR

HERAKLİTOS