THOMAS HOBBES
Evet arkadaşlar.. Geldik Hobbes’e.. Thomas
Hobbes.. Büyük siyaset ve de devlet filozofu..
Şimdi, Thomas Hobbes 1588 yılında İngiltere’de
dünyaya geliyor, 1679 yılında yine İngiltere’de hayatını kaybediyor..
Hobbes’in yaşadığı dönemde İngiltere’nin en
önemli olayı İngiliz iç savaşıdır arkadaşlar… 1642-1649 yılları arasında,
parlamento yanlılarıyla kralcılar arasında çıkan bu savaşta 200 binden fazla
insan hayatını kaybetti…
Savaşın sonunda parlamento yanlıları galip
geldi ve Kral I.Charles idam edildi.
İşte bu kralın idamı Batı Avrupa tarihinde bi
dönüm noktasıdır. Çünkü Katolik dünyasında devletin Tanrı tarafından
kurulduğuna, devletin başındaki kişinin de Tanrı tarafından özel olarak
atandığına dair bir inanış vardı. Kralın söyledikleri bir nevi Tanrı buyruğuydu
yani. Aynı zamanda kralı üzmek Tanrı’yı üzmek, kralın rızasını almak da Tanrı’nın
rızasını almaktı. İnanış bu yöndeydi…
Yani bir kralın tahtından indirilmesi, hatta
idam edilmesi.. Bunları bırakın yapmayı insanın aklından geçirmesi dahi çok
büyük bi günahtı. Tanrı’nın gazabını çekerdi..
Ama noldu? 1649 yılında kral idam edildi, ve
hiç de öyle söyledikleri gibi yukardan üzerimize taş yağmadı. Başımıza büyük
büyük felaketler gelmedi. Demek ki hiç de öyle dedikleri gibi değilmiş. Tabiki
bu olay bütün Avrupa’da yayıldı ve yıllar sonra gerçekleşecek olan, insanlık
tarihinin en önemli olaylarından birisi olan Fransız İhtilali’nin temelini
attı.
Dediğimiz gibi savaşın sonunda parlamento
yanlıları galip geldi, Kral Charles idam edildi. İngiltere’de Cumhuriyet
kuruldu. Ancak 1660 yılında idam edilen I.Charles’in oğlu II. Charles, 11
senedir yaşadığı sürgünden geri çağırıldı ve
kral oldu. Böylece İngiltere’de yeniden monarşi başladı.
Bu olaya, yani monarşinin yeniden başlaması
olayına İngiltere tarihinde “restorasyon” adı verilir..
İngiltere’de II. Charles’ten sonra, uğursuz
geldiği düşünülerek, kraliyet ailesindeki çocuklara Charles ismi fazla
verilmedi. Bi daha da Charles isminde bi kral tahta çıkmadı. Ta ki bi kaç sene
öncesine kadar. Şu hepimizin bildiği meşhur Prens Charles, yani Diana’nın
kocası, III. Charles olarak tahta çıktı. 2023 yılında. Daha da ilginci, Prens
Charles’in tahta oturma töreninde giydiği taç, 1661 yılında II. Charles’in
giydiği tacın aynısıdır..
Her neyse.. 17. Yüzyılda İngiltere’de bu iç
savaşın yanında mezhep savaşları da sürekli olarak devam ediyordu. Katolikler
ve Protestanlar birbirlerini boğazlıyorlardı. Kral II. Charles döneminde de bu
savaşlar durmadı ve devam etti…
Ha şimdi, bunları niye anlattım? Hobbes’in
felsefesini daha iyi anlamanız için.. Yani Hobbes’in hemen bütün hayatı bu
şekilde iç savaş, anarşi, kaos, yağma, katliamlar arasında geçti.. Ve haliyle
bütün bunlar da onun felsefesinin temelini oluşturdu..
Şimdi bu girişten sonra, Hobbes’in felsefesini
incelemeye başlayabiliriz..
Hobbes’in temel felsefesi şu: Tek gerçek
vardır o da madde ve de maddenin hareketi..
Bunun dışındaki hiçbir şey gerçek değildir.
Sadece zihnimizin yorumudur..
Mesela şu elma bi gerçektir. Ama elmanın
kırmızı olması bizim zihnimizin yorumudur. Işık hareket eder. Elmaya çarpar.
Elma ışığı belli bir dalga boyunda gözümüze yansıtır. Gözümüz o ışığı alır,
beynimize gönderir. Beynimiz de onu kırmızı olarak yorumlar... Halbuki elma
kırmızı falan değil.
Aynısı elmanın tadı için de geçerli.
Yumuşaklığı sertliği için de geçerli. Sıcaklığı soğukluğu için de geçerli.
Bak mesela, para bizim için değerli değil mi?
Ama aslında bakarsan bi kağıt. Yani senin şu defter yaprağından hiçbir farkı
yok. Ama birileri onu alım satımın gereci yapınca zihnimiz onu otomatikmen
değerli bir varlık olarak yorumluyor... Aynısı altın için de geçerli. Ya da
mesela petrol..
Ha şimdi. Durum böyle olunca, iyi kötü diye bi
şeyden bahsedebilir miyiz? Bizim herhangi bir davranışı iyi ya da kötü olarak
yorumlamamız tamamen bizim zihnimizin yorumundan ibaret. Yani böyle evrensel
bir iyi, ya da evrensel bir kötü yok. Bizim yetiştiğimiz toplum, aldığımız
eğitim vesaire sonucunda zihnimiz iyi ve kötüyü belirleyecek şekilde
şekillenmiş. Ama benim iyi dediğime öteki gayet de rahatlıkla kötü diyebilir.
Mesela adam öldürmek kötüdür. Ama savaşta
öldürürsen kahramansın. Ne kadar çok düşman askeri öldürürsen o kadar
kahramansın..
Ya da mesela modern seküler bi ailedeysen,
kızınızın mini etek giymesine karışmazsınız. Ama aynısı bi Anadolu köyünde
cinayet sebebi bile olabilir. Bak gördün mü? Herhangi bir davranışın iyi ya da
kötü olması tamamen bizim zihnimizin yorumundan ibaret. Aslında o davranış ne
iyidir ne de kötüdür... Nötrdür yani..
Ha şimdi.. Böyle olunca noluyo? Akla gelen ilk
soru şu: İyi ve kötü diye bi şey yoksa, evrensel ahlak diye de bi şey yoksa,
insan davranışları neye göre belirleniyor? Öyle değil mi? Mesela ben, fırsatım
olsa da, cezalandırılmayacağımı bilsem dahi, hırsızlık yapmıyorum. Ya da
kimseyi öldürmüyorum. O zaman beni bunları yapmaktan alıkoyan ne?
İşte Hobbes burda tam de felsefesinin can
alıcı noktasını ortaya koyar: İnsan davranışlarını şekillendiren, onun arzuları
ve de korkularıdır. Bu kadar basit. Arzuladığı şeyi elde etmeye çalışır,
korktuğu şeyden de kaçar...
Bu yüzden de der, insan doğal durumunda, yani
hiçbir devletin, yasanın, dinin, ahlak kuralının olmadığı bir durumda, ne
pahasına olursa olsun, arzuladığı şeyi elde etmeye çalışır, korktuğu şeyden de
kaçar..
İyi ve kötü diye bi şey olmadığı için,
hırsızlık da yapar, gasp da yapar, insan da öldürür, tecavüz de eder.. Çünkü
aslolan onun arzuladığı şeyi elde etmesidir...
Hobbes buna doğa durumu der. İnsanın vahşi
hali yani...
E bu durumda nolur? Sürekli olarak anarşi
olur, kaos olur. Ben mesela komşumu öldürürüm, onun evini elinden alırım ve
onun yerine geçer otururum. Ama üç gün sonra benden daha güçlü biri gelir, o da
benim elimden alır, hatta gerekirse beni öldürür. Sonra yine daha güçlü biri
çıkar, o da aynısını ona yapar...
Yani bu işin sonu gelir mi? İnsanlar bu
şekilde birbirlerini öldüre öldüre bi de bakmışsın ki insan nesli bitmiş,
yeryüzünde insan diye bir şey kalmamış..
Hah işte... Hobbes’in ana sorusu buydu..
Devlet dediğimiz aygıt, organ ya da varlık.. Nasıl kuruldu?
İşte insanların ilk döneminde ortada henüz bir
devlet yoktu ve de insanlar bu bahsettiğimiz doğa durumundaydı.. Herkes
herkesle savaş halindeydi.. Meşhur insan insanın kurdudur sözü Hobbes’e ait. E
böyle bi durumda huzur kalır mı insanda? Düşün yani her an öldürülme korkusu
içindesin. Sade sen değil ailen de çocukların da aynı tehlikeye maruz.
İşte yukarda dedik ya. İnsanın davranışlarını
belirleyen faktörler arzuları ve korkuları. İşte devletin kurulmasının
temelinde insanın en güçlü korkusu olan ölüm korkusu yatmakta. Yani insanlar
hayatta kalabilmek için devleti kurdu. Yaşama içgüdüsüyle..
İnsanlar bu durumdan kurtulabilmek ve bir
güven ortamına kavuşabilmek için biraraya geldiler ve dediler ki, gelin,
içimizden bir tane egemen seçelim, ve ona sınırsız yetki verelim. Onun her
dediğini kabul edelim. Aramızdaki kuralları belirlesin. Ve kural kanun içinde,
düzenli bir şekilde yaşayalım.
İşte Hobbes bu olaya “Toplum Sözleşmesi”
der...
İşte Hobbes’e göre devlet bu şekilde ortaya
çıktı.
Ve de gerçekten Hobbes’in bu toplum sözleşmesi
dediği olay, tarihi bir dönüm noktasıdır. Bir kırılma noktasıdır..
Niye peki?
Şimdi Platon ve Aristo devletin doğal bir
oluşum olduğunu söylemişti. Ne demek bu? Bir yerde insan topluluğu varsa, orda
otomatikmen, kendi kendine, yani doğal bir şekilde bir devlet oluşur. Yani
insanların bunun için herhangi bir çaba göstermesine, herhangi bir girişimde
bulunmasına gerek yok. Lider birileri, ya da güçlü birileri çıkar ve orda bir
yönetim kurar.
Daha sonra Ortaçağ’da bu inanış devletin kutsallığına
evrildi. Yani devleti insanlar kurmaz, ama Tanrı kurar. Başına da bir kral
atar. Bu yüzden devlet de, devletin başındaki kişi de kutsaldır.
Ha işte Thomas Hobbes bu inanışı yıktı. Hayır
devlet Tanrı devlet tarafından değil, insanlar tarafından kurulmuştur. Başındaki
kişiyi de Tanrı değil, insanlar seçmiştir..
Anladın mı şimdi nasıl bir devrim? Bu düşünce
nelere yol açtı peki? Her şeyden önce Rousseau’yu etkiledi. Rousseau da aynı
şekilde toplum sözleşmesi denen olayı savundu ve bu da Fransız İhtilalinin
entelektüel alt yapısını oluşturdu.
Bak mesela, devlet bizde hala kutsaldır. Ta
eski Türklerden beri gelen bir gelenek. Yani diyoruz ya beş bin yıllık bir
devlet geleneğimiz var. Mesela bizde devleti temsil eden bayrağa, milli marşa
kesinlikle saygısızlık yapılamaz. Halk devlet için vardır. Gerekirse canını
dahi bu uğurda verir.
Ama Avrupa’da Amerika’da devlet kutsal
değildir. Bir hizmet aracıdır. Yani bizdekinin tersine, devlet halk için
vardır. Adam ülke bayrağından kendine don yapıp giyer. Böyle bi şeyin
Türkiye’de yapıldığını düşünsenize. Maazallah... Düşünmesi dahi korkunç..
Her neyse arkadaşlar.. Özetle Hobbes dedi ki,
insanlar doğal durumunda vahşiydiler, birbirlerini boğazlıyorlardı. Bu durumdan
kurtulmak için biraraya geldiler, bir egemen seçtiler ve bütün yetkileri ona
devrettiler. Böylece de devlet ortaya çıktı.
Hobbes bu egemene Leviathan demiştir. İncil’de
geçen mitolojik bir deniz canavarı.
Şimdi bu egemenin özellikleri nedir? Sonsuz
yetkiye sahiptir. Onun yaptıkları eleştirilemez, itiraz edilemez, sorgulanamaz.
Ona karşı gelinemez. O ne diyosa doğrudur. Onun iyi dediği iyidir, kötü dediği
kötüdür. Zaten yukarda da gördük, Hobbes’e göre iyi kötü diye bi şey yok. Bu
durumda iyinin ve kötünün ne olduğunu işte bu Leviathan belirler...
Hatta halkın inancını dahi bu Leviathan
belirler. Biz şu dindeniz, ya da şu mezhepteniz der ve olay bitmiştir. Bütün
halk o inancı kabul etmek zorundadır. Böyle bir milletin içinde farklı farklı
dinler, farklı mezhepler olamaz. Olduğu zaman zaten rahat durmuyorlar ve
birbirlerini boğazlıyorlar..
Bunun tek istinası vardı.. Leviathan seni
öldürmeye kalktığı zaman ona karşı kendini savunabilirsin. Ya da seni öleceğin
bir savaşa yollarsa bunu reddedebilirsin.
Bu toplumsal sözleşme dediğimiz olay, yani
bütün insanların bir araya gelip de bi egemen seçmesi elbette ütopik bi olay.
Yani bütün toplumun üzerinde ittifak ettiği bi yönetim tarihin hiçbir döneminde
olmamış. Ama Hobbes’in bu felsefesi bi kaos sonrası iktidara gelen otoriter ve
diktatör devlet başkanlarının meşrutiyetine zemin hazırlamış. Yani bu
felsefeyle kendi iktidarlarını savunmuşlar. Bu mesela Hitler için de böyledir,
Saddam için de böyledir.
Bizim tarihimizde bunun çok güzel bir örneği
vardır. 12 Eylül. 1970li yıllar. Ülkede kaos ve anarşi hakim. Sağ sol çatışması
tüm hızıyla sürüyor. Hergün 20-30 tane insan öldürülüyor. Hatta başbakanlık
yapmış bi insan bile bi terör örgütü tarafından öldürülebiliyor. Bütün halk,
hatta polis dahi sağ sol diye ikiye bölünmüş. Kimsenin canı emniyette değil.
Her an birisi sağcı mısın solcu musun diye kafana silah dayayabilir... Ortada
ise doğru dürüst bir devlet otoritesi yok.. Kimse kimseden hesap sormuyor..
Yani Hobbes’in bahsettiği bu doğa durumu hemen hemen gerçekleşmiş durumda..
Peki noldu? 12 Eylül. Asker yönetime el koydu.
Kenan Evren bütün yetkiyi elinde topladı. Yani Hobbes’in bahsettiği Leviathan
oldu. Ve de bütün olaylar bir anda bıçak gibi kesildi.
Şimdi herkes Kenan Evren’e kızıyor ama, 12
eylül 1980 sabahı bütün halk oh hayatımız kurtuldu diye derin bir nefes almıştı.
Daha sonra Kenan Evren’in yaptığı anayasa ise
halktan yüzde 90 oy aldı. Yani o bahsedilen toplum sözleşmesi de gerçekleşti.
Gerçi anayasanın aleyhinde propaganda yapmak yasaktı ama, sonuçta halk
isteyerek ya da istemeyerek Kenan Evren’i devlet başkanı olarak kabul etti.
Zaten ne diyodu Kenan Evren darbe konuşmasında? Kaybolan devlet otoritesini
yeniden tesis etmek içün...
Bu arada o hayır diyen yüzde onluk kesimi de
cesaretlerinden dolayı tebrik etmek lazım gerçekten de.
Her neyse arkadaşlar, özetlersek, insan doğal
durumunda vahşidir. Birbirini boğazlar. Bu durumdan kurtulmak için bir araya
gelip bir egemen seçerler, bütün yetkileri ona devrederler. Böylece devlet
ortaya çıkar... Hobbes’in felsefesinin özeti bu.
Bunun dışında Hobbes sıkı bir materyalist ve
deterministtir. Özgür irade diye bir şey yok der. Onun felsefesinin bu yönü de
ilginç gerçekten. Onu da anlatmak isterdim ama, yazı uzadı ve de yerimiz dar.
İsterseniz onu da kendiniz araştırın.. Hadi kalın sağlıcakla. Hepinizi
seviyorum...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil
YanıtlaSilArif Hakan, yazınız Hobbes’un felsefesini okuyucuya sevdirecek kadar akıcı ve anlaşılır bir dille aktarılmış; tarihî bağlamı güçlü, örneklerle desteklenmiş. Bu, felsefeyi geniş kitlelere ulaştırmak için çok değerli bir yaklaşım. Ancak metin biraz uzun ve tekrarlar içeriyor. Daha kısa, odaklı ve yoğun tutulursa anlatım gücü daha da artar, okurun dikkatini daha kalıcı şekilde yakalar.
Kısacası, sağlam bir temele sahipsin; ufak bir sadeleştirme ile yazı çok daha etkili ve unutulmaz hale gelebilir.