ORTAÇAĞ FELSEFESİ - I
Evet arkadaşlar.. Geldik Ortaçağ’a.. Yani 400
– 1400 yılları arası.. Toplam 1000 sene süren karanlık ve sıkıntılı bir çağ.
Savaşlar, kıtlıklar, katliamlar, yoksulluk.. Ümitsizlik, bunalım.. Had
safhada..
Şimdi bu Ortaçağ felsefesi, İlkçağ
felsefesinden tamamen farklıdır. İlk çağ felsefesinde akıl ön plandaydı,
Ortaçağ’da da din, yani inanç öne geçmiştir. Yani bu dönemin felsefesine
damgasını vuranlar Hristiyan ve Müslüman filozoflar.
Ortaçağ boyunca Avrupa’da kilise çok büyük bir
güç kazandı ve de bütün entelektüel faaliyetleri, felsefe dahil tekeline aldı.
Yani din adamı değilsen sen öyle felsefeyle bilimle falan uğraşamazsın. Çünkü
dinden çıkma tehliken var. Öncelikle iyi bir dini eğitim alıp sağlam bir imana
kavuşacaksın ve ancak ondan sonra felsefe yapacaksın. Kafan karışıp dinsiz
falan olup yoldan çıkma diye.
Haliyle de bütün Ortaçağ felsefesi de
kilisenin bakış açısıyla yapıldı. Felsefenin Ortaçağ’da iki tane amacı vardı.
Birincisi, Hristiyanlık inancını akla uydurmak, ikincisi de Hristiyan
olmayanların, özellikle de Müslümanların eleştirilerine cevap verebilmek...
Şimdi bu Hristiyan felsefesini anlayabilmek
için ta en başa gitmek lazım. Sıfıra. İsa Mesih’in doğumuna.
Bildiğiniz gibi, Hristiyan inancına göre İsa
Mesih, mucizevi bir şekilde, babasız olarak, bakire Meryem’den dünyaya geliyor.
Daha sonra 27 yasındayken kendisine peygamberlik görevi veriliyor. İnsanlara
tebliğe başlıyor. 33 yasındayken de, Yahudi din adamlarının baskısıyla Roma
devleti tarafından çarmıha gerilerek idam edililiyor.
Üç gün sonra diriliyor, havarilerine gözüküyor
ve onlara bütün dünyaya İsa Mesih inancını yayma görevi veriyor. Sonra da havarilerinin gözü önünde göğe yükseliyor.
Havariler bu görevi canla başla yerine
getiriyorlar ve Roma halkını Hristiyan yapmak için misyonerlik faaliyetlerine
başlıyorlar. Bu misyonerlik faaliyetleri hala devam eder biliyorsunuz. Hatta bi
kısmı da bizim Türkiyemizde.
Yeni inanç Roma halkı tarafından misyonerlerin
beklediğinden çok daha fazla ilgi gördü. Çünkü Hristiyanlık ezilen, sömürülen,
yok sayılan insanlara bir umut vaad ediyordu. Köleyle efendinin eşit olduğunu
söylüyordu. Ve de herşeyden önce öteki dünyadan ve de kurtuluştan bahsediyordu.
Kısacası bu yeni din ümitsizlik ve bunalım içindeki insanlara yeni bir umut
getiriyordu.
Tabi ki bu durum çok tanrılı Pagan inancına
sahip Roma yöneticilerinin pek hoşuna gitmedi. Zaten tek Tanrı fikri onlara
inanılmaz absürt geliyordu. Tek bir tane Tanrı bu koca evreni nasıl idare eder?
Pek çok tanrı vardı onlara göre ve her tanrı kendi görevini yapıyordu ve bu
sayede evren dengede duruyordu.
Ayrıca her şehrin, her milletin, her kabilenin kendine has bi
tanrısı vardı. Bi şehir bi Tanrı’ya inanıyordu, öteki şehir başka bi tanrıya
tapıyordu. Aynı şey farklı farklı ülkeler arasında da vardı. Her devletin kendi
tanrısı vardı. Yani ortada böyle yüzlerce tanrı vardı. E şimdi ortaya yeni bir
din çıkmış ve tek bir tane tanrı var diyordu ve dünyadaki bütün insanlar o
tanrıya tapacak. Yani diğer bütün tanrılar iptal..
İşte çok tanrılı pagan inanışına sahip
kimselerin aklı bir türlü buna yatmıyordu.
Bakın Hz Muhammed(as) de tebliğini yaparken
aynı sorunla karşılaştı. Mekke müşrikleri pagan inanışına, yani çok tanrılı bir
dine sahipti. Hepsi de en yüce ilah olarak Allah’a ve herşeyi onun yarattığına
inanıyordu. Ama Allah’la beraber küçük tanrıların da olduğuna inanıyorlardı.
Yani insanlar doğrudan Allah’a ulaşamaz, ancak
bu ilahların aracılığıyla biz Allah’a ulaşabiliriz, isteklerimizi, dualarımızı
gönderebiliriz. Senin haddine mi koskoca Allah’tan bişey istemek? Sen gidip de
bi köylü olarak kraldan bişey isteyebilir misin? Ancak bu aracı ilahlardan
isteyebilirsin, onlar da bunu Allah’a iletir.
İşte o dönemdeki Mekke müşriklerinin inancı bu
şekildeydi. Bu küçük ilahları(lat, uzza, menat) temsilen heykeller yapmışlardı
ve de onlara yalvarırlardı, onlardan isterlerdi. Yani çoğu kimsenin zannettiği
gibi Mekkli müşrikler Allah’a inanmayan bir topluluk değildi. Allah’a
inanırlardı, ama ona şirk, yani ortak koşarak inanırlardı. O yüzden de onlara
ortak koşan anlamında müşrik denilirdi.
Bizdeki şirket kelimesi de bu şirk
kelimesinden gelir. Ortaklık anlamında… Etimolojiyi seviyorum..
Evet az önce dediğimiz gibi, Roma yöneticileri
yeni dinin yayılmasından pek hoşlanmadılar ve Hristiyanlara karşı takibat
başlattılar. Öldürmeler, hapisler, işkenceler, katliamlar, arenada arslanlara
yem etmeler. Hristiyanlar zulümden kaçabilmek için yer altı şehirleri inşa
ettiler, dağ başlarına kiliseler inşa ettiler falan.. Mesela Sümela Manastırı
bunlardan bi tanesi..
Ancak bunların hiçbiri Hristiyanlığın
yayılmasını engelleyemedi. İmparatorluğun her tarafında İsa Mesih inancı bu
misyonerlik faaliyetleri sayesinde hızla yayılıyordu. Bu arada İsa’nın
doğumunun üzerinden bi ikiyüz sene geçmiş ve Roma İmparatorluğu artık eski
gücünü kaybetmişti. Devleti artık askerler yönetiyordu. Asker kendi işini
bırakıp siyasetle uğraştığı için artık savaşma kabiliyetini de kaybetmiş ve
sınırları koruyamaz hale gelmişti. Düşmanlar her taraftan ülkeye saldırıyor,
yakıp yıkıp yağma ve katliam yapıyordu.
Bunun peşi sıra halkın üzerine bindirilen ağır
vergiler, veba salgını derken.. İmparatorluk artık yıkılma noktasına gelmişti..
İşte tam bu sırada, 306 yılında I. Konstantin
tahta çıkıyor ve Roma imparatoru oluyor. Konstantin akıllı bi adamdı.
İmparatorluğun elden gitmek üzere olduğunu ve acilen bişeyler yapılması
gerektiğini gördü ve bir dizi reform hareketine girişti. Bir sürü siyasi ve
idari reformlar yaptı ancak bu reformlardan iki tanesi çok önemli.
Birincisi Konstantinopolis şehrini kurdu ve
başkenti Roma’dan aldı ve oraya taşıdı. Biliyo musunuz Konstantinopolis
şehrinin neresi olduğunu? Bingo.. Tam da düşündüğünüz gibi.. İstanbul…
Konstantinopolis Konstantin’in şehri anlamına gelir ki, Osmanlı buna
Konstantiniyye demiştir ve Cumhuriyet dönemine kadar bu isim resmi yazışmalarda dahi
kullanılmıştır.
İkinci ve daha önemli reformu ise, devletin
resmi dini olarak Hristiyanlığı kabul etmesiydi.
Konstantin devlette köklü reformların
yapılması ve devlet sisteminin bütünüyle değişmesi gerektiğini görmüştü. Bu
yüzden de eskiye dair ne varsa atılması gerekiyordu haliyle. Bunlardan en başta
geleni de dindi tabi ki. Yani pagan inancı.
O dönemde zaten Roma dini aslından sapmış,
içine hurafeler, yalanlar dolmuştu. Güç sahibi kimseler gücünü pekiştirmek ve
alt sınıfları ezmek için dini inançları çok güzel bir şekilde kullanıyordu. O
yüzden Konstantin, bu inancın ıslah edilemeyecek gibi olduğunu görünce tamamen
yeni bir dine geçme kararı aldı. Hristiyanlığa yani.
Eğer Roma milletini bu yeni din etrafında
birleştirebilirse, Roma’nın tekrar eski ihtişamlı günlerine dönebileceğine
inanıyordu.
Ancak bu öyle kolay bişey değil. Yukarda da
söylediğimiz gibi çok tanrılı pagan inanışına sahip bir zihnin tek tanrı
inancını kabul etmesi öyle kolay bişey değildi. Dahası pagan tanrıları somut
varlıklar. Yani insan şeklinde tanrılar. Hepsinin de heykeli var. Birinin
elinde ok yay var, ötekinin elinde yıldırım var, birisi tahtına oturmuş. Yani
bunları kafada canlandırmak ve somutlaştırmak kolay.
Ama Hristiyanlığın anlattığı Tanrı’nın ne
şekilde olduğunu kimse bilmiyor. Onun herşeye gücü yeten, herşeyi yaratan,
herşeyi bilen,gören, duyan olduğunu biliyoruz. Bu kadar. Özellikleri,
sıfatları??? Bunlar hakkında gerçekten de hem Hristiyan inancında hem de İslam
inancında çok az bilgi vardır. Hatta İslam tarihi boyunca Allah’ın sıfatları
çok ciddi bir tartışma konusu olmuştur..
İşte bu iki sorunu acilen çözmek gerekiyordu
ve de bunun için ortaya dahiyane bir fikir attılar: Teslis…
Teslis.. Yani üçleme.. Baba Oğul ve Kutsal
Ruh…
Teslis inancı bazı Hristiyanlar arasında zaten
vardı. Yani Hristiyanlığın ilk üç yüz yılında Hristiyanlığın farklı farklı
yorumları, yani mezhepleri oluşmuştu. Kimisi İsa’nın bir Tanrı olduğuna
inanıyordu, kimisi de onun da diğerleri gibi yaratılmış bir kul olduğuna
inanıyordu. Yani teslis inancı o döneme kadar küçük bir grup Hristiyanın
yorumuydu sadece.
Tabi Konstantin bu yorumların arasında en çok
teslis inancını sevmişti. Çünkü pagan dinine en uygun yorum buydu.
Teslis inancı nedir peki? İlk evela bunu
anlamamız lazım. Çoğu kişinin yanlış bir şekilde bildiği gibi, teslis inancı,
üç tane farklı tanrı olduğunu iddia etmez. Tek bir Tanrı vardır ve bu Tanrı’nın
üç tane farklı görünümü vardır.
Yani Tanrı hem Baba şeklindedir, hem Oğul
şeklinde görünür hem de Kutsal Ruh şeklinde.. Nasıl ki devlet farklı farklı
şekillerde vatandaşa gözüküyor.. Asker polis, vergi dairesi, okul, hastane..
Aynen o şekil..
Bak gördün mü? Hem Hristiyanlığın tek Tanrı
inancından vazgeçilmedi, hem de paganlarınkine benzer bir şekilde Tanrı’nın
farklı görünümleri icad edildi..
Bildiğiniz gibi Baba göklerdeki yüce varlık
olan Kadiri Mutlak olan Tanrı.. Oğul, bu Tanrı’nın insan şekline girmiş hali
olan İsa Mesih.. Evet Hristiyan inancına göre, İsa Mesih Tanrı’nın insan
şekline girmiş halidir. Yani hem Tanrı’dır hem de Tanrı’nın oğludur. Üçüncüsü
ise Kutsal Ruh.. Yani Tanrı’nın eli. Yapan, eden, öldüren, dirilten, yaratan..
Yani Tanrı’nın aktif, faal kuvveti..
Yine bunun dışında İsa Mesih’in resimleri,
heykelleri de yapılarak insanların zihninde Tanrı’nın somut bir şekilde
canlanması sağlandı. Bundan başka, paganlıkta dişi kutsaldı ve çok sayıda dişi
tanrıça vardı. Dişi figürü olarak da Meryem Ana’yı kutsallaştırdılar ve ön
plana çıkardılar..
Kısacası, Hristiyanlık dinini paganlıkla gayet
de uyumlu bir din haline getirdiler.
İşte bana göre, aslında Hristiyanlık felsefesi
dediğimiz olay tam olarak burda başlar. Bi şekilde bu teslis inancının akla,
mantığa uydurulması, konuyla ilgili ikna edici delillerin getirilmesi ve de
İncil ayetlerinin de bu inancı destekleyecek şekilde yorumlanması gerekiyordu.
Haliyle bunu yapmak da ciddi anlamda bir felsefe faaliyeti gerektiriyordu.
Tabi o dönemde Hristiyanlar içinde Aryanlar
diye bir grup var ki, bunlar İsa’nın kesinlikle bir Tanrı olmadığına, onun da
diğer insanlar gibi yaratılmış bir kul olduğuna ve sadece bir peygamber
olduğuna inanırlardı. İslam inancı da aynen bu şekildedir. Ve de bu teslis
olayına şiddetle karşı çıktılar..
Tabi ki teslis inancı İmparator Konstantin
tarafından desteklendiği için fazla bi şansları yoktu. Konstantin’in çağrısıyla
325 yılında şu meşhur İznik Konsülü toplandı. Üçyüze yakın din adamı üç ay
boyunca burda konuştular, tartıştılar ve teslis inancını Hristiyanlığın resmi
inancı olarak belirlediler. Bu aynı zamanda Roma devletinin de resmi inancıydı
artık..
Bugün hala Hristiyanlığın üç büyük mezhebi
teslise inanmakta ve İsa Mesih’in Tanrı’nın insan kılığına girmiş hali olduğunu
savunmaktadırlar. Ete kemiğe bürünme olayı yani.. İsa Mesih’in Tanrı olmadığına
inanan küçük Hristiyan gruplar da vardır ama fazla sesleri çıkmaz bunların..
Evet arkadaşlar, yukarda da dediğimiz gibi,
Hristiyanlık felsefesi işte bu teslis olayıyla başlamıştır ve Ortaçağ boyunca,
Hristiyanlık inançlarını akla uydurmak için ve de Hristiyanlığa getirilen
eleştirileri cevaplamak için, tam bin sene boyunca, kilisenin ve de din
adamlarının tekelinde olmak üzere faaliyet göstermiştir.
Tabi Avrupa o dönemde karanlık çağlarını
yaşarken İslamiyet altın çağını yaşıyordu ve İbni Sina, İbni Rüşd, Farabi gibi
büyük alimleri yetiştiriyordu.. Yeri gelince Müslüman filozofları da tek tek
inceleyecez..
Ortaçağ giriş yazısı olarak görün bunu ama
daha bitmedi. Gelecek yazımızda Ortaçağ felsefesini genel olarak, yani ana
hatlarıyla incelemeye çalışacam… Şimdilik hoşçakalın..
Yorumlar
Yorum Gönder