OCKHAMLI WILLIAM
Evet arkadaşlar.. Geldik Skolastik dönemin bir
başka önemli filozofuna. Ockhamlı William.. Benim en sevdiğim filozoflardan bi
tanesi...
Şimdi, Ockhamlı Willam 1290 yılı civarında
İngiltere’de doğuyor, 1350 yılında yine İngiltere’de vefat ediyor..
Ockhamlı William’ın en büyük özelliği, o
dönemde Papa’ya karşı çıkması ve onunla yoksulluk hakkında tartışmaya girmesi.
Ockhamlı mutlak fakirliği savunuyordu. Yani ona göre, kilise ve din adamları
kesinlikle mülkiyet sahibi olmamalıydı..
Tabi kilise ve Papa buna şiddetle karşı çıktı.
Çünkü kilisenin malı, mülkü, toprakları, gücü almış başını gitmişti. Bütün
bunlardan vazgeçmesi, kilisenin bitmesi, bütün gücünü, otoritesini kaybetmesi
demekti.
Bunun yanısıra o dönemde Papa’ya karşı
gelmenin ciddi sonuçları oluyordu. Papa’nın doğrudan Tanrı’dan bilgi aldığına
inanılıyordu ve mutlak otoritesi vardı. Yani yaptığı iş büyük cesaret isteyen
bir işti gerçekten de.
Bunun sonucu olarak Ockhamlı William kilise
tarafından aforoz edildi. Bi din adamı için aforoz edilmenin ciddi sonuçları
vardı. İş hapis, sürgün, idama kadar giderdi.
Ockhamlı William da firar etti ve Kutsal Roma
İmparatoru IV. Ludwig’e sığındı. Ludwig de daha sonra kilise tarafından aforoz
edildi.
Ockhamlı William kiliseye galip gelemedi ama
başlattığı bu hareketin ciddi sonuçları oldu. Kiliseye ve Papa’ya karşı
muhalefet arttı. Artık Papa’da sorgulanabilir hale geldi. Yani Papa artık
günahsız değildi. O da hatalar yapabilir ve günahlar işleyebilirdi. Bunun
sonucu olarak da kilise yavaş yavaş gücünü kaybetmeye başladı. Rönesans, reform
hareketleri başladı... Kiliseyle devlet yönetimi ayrıldı. Yani laik yönetimin
temeli atıldı. Bugün pek çok ülkede din ve devlet işleri ayrıysa eğer Ockhamlı
William’ın bu hareketi sayesindedir...
Ockhamlı William’ın getirdiği başka bir önemli
konu ise, transubstantiation konusu.. Bakmadan yazamıyorum evet. Türkçeye de
böyle çevrilmiş ama aslında dönüşüm kelimesini kullanabiliriz bunun yerine..
Şimdi transubstantiation nedir? Efendim,
Hristiyanların Eucharist diye bi ayini var. Ekmek ve şarap ayini yani. Her
hafta Pazar günü yapılır. Şimdi nedir bu ayin? İncil’e göre Hz İsa son akşam
yemeğinde havarilerine ekmek veriyor ve diyor ki, bu benim bedenim, yiyin. Ve
de şarap veriyor, bu da benim kanım için..
Ha şimdi Katolik kilisesi buna dayanarak bu
ekmek ve şarap ayinini icad ediyor. Ayinde ortaya ekmek ve şarap konuyor, papaz
efendi bunları kutsuyor, dualar ediyor ve inanışlarına göre ekmeğin “özü”
İsa’nın bedenine, şarabın özü de İsa’nın kanına dönüşüyor. Tabi dış görünüşü ve
tadı tamamen aynı kalıyor.. Ama öz olarak dönüşüyor. Aristo’nun öz ve dış
görünüş felsefesinden aparma..
Bu inanç Katolik kilisesinde çok katıydı ve
asla taviz vermiyorlardı. Bu inanca karşı çıkmak büyük bir kafirlik olarak
addediliyordu. Niye? Çünkü ekmeği ve şarabi İsa’nın bedenine ve kanına sadece
papaz efendi çevirebilirdi. Yani kilise. Bu olay bi mucizeydi yani ve de
kilisenin bu şekilde Tanrı’nın lütfuyla mucizeler gerçekleştirebileceğine
inanılıyordu. Kilise bunu iddia ediyordu daha doğrusu ve insanlar da buna
inanmak zorundaydı..
Ve bu da ne demekti? Kilisenin ve Papa’nın
siyasi ve ekonomik güce sahip olması demekti. İnsanlar üzerinde mutlak otorite
sağlaması demekti. Yani, Tanrı’nın lütfuyla mucizeler gerçekleştiren bir kurum
ve bir insan. Onun emrine girmeyip de kimin emrine girecez?
İşte Ockhamlı William bunu sorgulamış. Yani
direkt olamaz böyle bi şey dememiş tabi. Kiliseyle başım belaya girsin istememiş.
Böyle bi şey olmayabilir demiş. İncil’de anlatılan olay mecazi olabilir demiş.
Aristo’nun felsefesini yanlış yorumlamış olabilirsiniz demiş... Yani böyle
geniş zaman kipleri..
Tabiki kilise diğer görüşleriyle beraber, Ockhamlı
William’ı sonunda aforoz ediyor.. Yukarda da açıkladık. Ve bu türden görüşler
ilk olarak Papa’nın sorgulanması demek. Ve devamı da gelmiş haliyle...
Her neyse bunlar onun teolojik yani dini
görüşleri.. Biz gelelim onun felsefesine. Yani sonuçta felsefe bloğu yazıyoruz
değil mi?
Ockhamlı’nın en meşhur felsefesi Okkam’ın
usturasıdır. Nedir bu ustura? Şudur: Varlıklar, zorunluluk olmadan
çoğaltılmamalıdır.
Ha anlaması zor tabi demi. Zaten bu filozoflar
bile bile böyle zor terimler kullanıyor ki kimse anlamasın. Sadece biz
anlayalım. Ama ne mutlu size ki burda ben varım ve bunları size açıklıyorum..
Şimdi efendim bu cümle özetle şu demek: Daha
az ile yapılabilecek bir şeyi daha fazla ile yapmak boşunadır.
Ha şimdi diyeceksiniz ki, herhalde.. Yani daha
ucuz market varsa gider ordan alışveriş yaparım.. Bunu biz de biliyoz.. Yani
evet bi yere kadar haklısınız. Ama bu ifade daha geniş ve büyük
bi şeyler ifade ediyor..
Aslında bu şu demek: Bir olayın nasıl olduğu,
meydana geldiği hakkında farklı farklı açıklamalar varsa, ve hangisinin doğru
olduğunu bilmiyorsan, doğru olanı bunların en basit olanıdır... Yani en basit
olanı olayı açıklamak için yetiyorsa doğru olanı odur.. Anladın? Yani gereksiz
varsayımlarla, komplo teorileriyle olayı karmaşıklaştırmayın. Bu hayatınızı
gereksiz yere zorlaştırır..
Yani bak mesela anlamanız için ekstrem bir
örnek vereyim: Diyelim ki arabanız çalışmıyor. Şimdi bunun için farklı farklı
sebepler düşünebilirsiniz: Arabanın benzini bitti, akü bitti, arabanın marş
dinamosu bozuldu, motor yandı, motoru çalıdılar, CIA geldi arabamı bozdu,
uzaylılar geldi arabamı kitledi.. Anladın? Hayal gücünü zorlarsan daha bir sürü
böyle açıklamalar bulabilirsin...
Ama bu açıklamaların en basiti hangisi? Benzin
bitti. Yani burdan başlarsın. Bakarsın benzin göstergesine, benzin bittiyse sahiden
de olay çözülmüştür, en basit açıklama doğrudur. O zaman diğerlerine hiç
girmezsin.
Ama baktın benzin var arabada, bu sefer bi
sonraki açıklamaya, biraz daha karmaşık olana geçersin. Aküye bakarsın. Akü de
yerindeyse dinamoyu kontrol edersin. O da yerindeyse motora bakarsın.. Falan..
Yani böyle en basit açıklamadan en karmaşığa doğru gidersin...
İşte Okkam’ın usturası bunu öngörür. Gereksiz varsayımları usturayla
kesin atın. En basit açıklamadan başlayın. Eğer o işinizi görüyorsa, yani var
olan durumu her yönüyle açıklamaya yetiyorsa işi daha da karmaşıklaştırmayın...
Ha şimdi bu
size çok basit gelebilir ama, o dönem için hem bilimsel alanda, hem
felsefede hem de toplumsal alanda ciddi bir dönüm noktasıdır.
Mesela bak, hastalıklar var değil mi? Ortaçağda
ne diyorlardı? Bu hastalıkları yapan cinler, şeytanlar.. Yani karmakarışık bir
iş.. Bu cinleri şeytanları nerde bulup da uğraşacaz onlarla?
Ama mesela Pasteur Okkam’ın usturasından yola
çıkarak düşünmüş. Daha basit olmalı bu iş. O kadar karmaşık olmamalı. Yani
basit düşünelim kardeşim demiş. Zor, karmaşık gibi görünen şeylerin çözümü
bazen inanılmaz şekilde basit olabiliyor. Hatta bazen değil, çoğunlukla öyle.
Onlar biz onları gözümüzde fazla büyüttüğümüz için öyle gözüküyor. Muhammed Ali
demiş ya hani, imkansız beyinde bir sınır sadece...
Ha şimdi neyse işte bu Pasteur daha basit bir
açıklama bulmak için harekete geçmiş ve hastalıkların mikroplar yoluyla
bulaştığını keşfetmiş. Yani öyle cinlerle perilerle alakası yok bu işin. Ve
tabi bu keşfedilince de otomatikmen hastalıkların iyileştirilebileceği
düşüncesi oluşmuş. Onun peşine de işte farklı ilaçlar, aşılar antibiyotikler
geliştirilmiş. Bak gördün mü? Bazı büyük gibi görünen problemler birazcık basit
düşünüldüğünde nasıl da kolayca çözülüyor..
Yani bak mesela komplo teorileri var. Basit
bir olayı böyle karman çorman gereksiz saçma sapan teorilerle açıklamaya
çalışırlar. İşte efendim dünyayı beş tane aile yönetiyor, aya gidilmedi, korona
virüsü labaratuvarda ürettiler, illuminati, tek
göz falan.. Bunun için de ortaya karmaşık aslı astarı olmayan deliller
getirirler. Niye yaparlar bunu? İlgi çekmek güzeldir... Yani Okkam’ın
usturasına göre NASA aya gitti diye inanmak basittir ve diğer karmaşık komplo
teorilerine tercih edilir.
Bak mesela Akinolu Thomas Tanrı’nın varlığını
açıklamak için türlü türlü karmakarışık felsefi argümanlar geliştirmiş değil
mi? Yani Okkam’ın usturasını buna uygularsak eğer, bu kadar karmaşık düşünmeye
gerek var mı? Bu dünyada her şeyin bir yapıcısı, bir ustası varsa o zaman bu kainatın da bir ustası, bir yapıcısı, bir
yaratıcısı vardır değil mi? Bu kadar basit. Bu işi daha da dallandırıp
budaklandırmanın bir anlamı var mı?
Bakın bu Okkam’ın bu prensibi bilimsel alanda
bir temel taşı olmuştur. Bir doğa olayı, gözlemlenen bir gerçek eğer basit
şekilde açıklanabiliyorsa o yeterlidir. Bunu daha da karmaşıklaştırmanın bir
anlamı yok. Ama ilerde başka veriler ortaya çıkarsa o teoriyi ona göre yeniden
uyarlarsınız.
Bak mesela şöyle bir örnek vereyim. Diyelim ki
yan odanın kapısı kitli ve siz orda kim olduğunu bilmiyorsunuz. Hiçbir ses de
gelmiyor. Ha işte bu prensibe göre sizin varsayımınız ya da inancınız şu olur:
“Odada kimse yok”. Ve de hareketlerinizi buna göre yaparsınız.
Ha şimdi beş dakika sonra odadan bir kadın
sesi gelirse varsayımınız ve teoriniz değişir: “Odada bir kadın var..” Efendim
işte on dakika sonra bir de çocuk sesi gelirse teoriniz yine değişir: “Odada
bir de çocuk var.” Böyle böyle gider..
Tabi bunu bilimsel teorilerin bu prensibe göre
nasıl geliştirildiğini anlamanız için anlattım. Yoksa günlük hayatta bu türden
uygulamalar yapmak bazen sıkıntılar getirebilir beraberinde. Mesela bak eskiden
bi atom teorisi vardı. Dalton’undu galiba. Yani böyle ortada atom çekirdeği
var. Elektronlar da onun etrafında dönüyor. Ve de çok meşhur laf vardı: Efendim
atom bölünemez. Atom zaten bölünemeyen demek.
Ha o zaman atom hakkında insanların fazla
bilgisi yoktu ve atom hakkındaki bu teori eldeki verileri açıklamak için
yetiyordu. Yani basit düşüncenin bir sonucu. Ancak daha sonra, özellikle
kwantum fiziğiyle atom hakkında daha fazla ve derin bilgiler elde edince bu
teori yetmedi, rafa kaldırıldı ve yeni yeni atom teorileri geliştirildi.
Anladın? Olay böyle..
Şimdi günlük hayatta bu prensibi kullanırsak
ne olur? Bazen iyi olur, bazen kötü olur. Yani yukarda da dediğimiz gibi, bazen
çok zor, karmaşık gibi görünen problemlerin çözümü, basit düşündüğümüz zaman
kolayca ortaya çıkar. Mesela buzdolabın çalışmıyodur.. Oraya bakarsın, buraya
bakarsın, kapağını sökersin, tamirciyi ararsın falan.. Sonra bir bakarsın ki
fişini takmamışsın.. Anladın? Yani sorun olduğu zaman onu çözmeye en basit en
kolay olanından başla. Eğer ise yaramazsa yavaş yavaş kademe kademe daha zora,
daha karmaşığa doğru gidersin..
Ha bak bu prensibi kullanırken dikkatli olmak
lazım. Bazen sorunların çözümü o kadar basit olmuyor. Kedidir kedi olayı her
zaman doğru olmuyor yani. Mesela başım ağrıyor. Basit düşünce: Yorgunum.
Gerçek: Tümör.. Ya da mesela işyerinde işçi çıkarma sayısı arttı.. Basit
düşünce: İşçiler tembel, çalışmıyor. Gerçek: İşyeri büyük krizde...
Ama bu prensibin söylediği, basit çözüm her
zaman doğru çözümdür demek değil. Bir sorun olduğu zaman ilk önce basit
çözümleri araştırın, ordan başlayın demek. Bunlar ise yaramazsa yavaş yavaş
karmaşığa doğru gidin demek. Mesela parmağın hafifçe kesildiyse ve bi yara
bantı yapıştırmak bunu çözecekse tutup da hastanenin acil servisine gitmenize
gerek yok. Anladın?
Tabi aslında bu prensipten şöyle bir sonucu da
çıkarabiliriz: Herhangi bir konuyu anlatırken, öğretmenler özellikle, onu
mümkün olduğu kadar kolay, herkesin anlayabileceği bir dilde anlatmanız lazım.
Böyle yaptığınız takdirde o konuyu iyi biliyorsunuz demektir. Yani kimsenin
anlamicagi mesleki terimlerle konuşuyorsanız, aslında bu o konuyu içselleştirmediğinizin
ve cehaletinizi örtme peşinde olduğunuzun bir delilidir.
Yani kısaca arkadaşlar.. Okkam’ın usturası
prensibini bilelim, kullanalım.. Ama dikkatli olalım...
Neyse hadi bu yazı da bu kadar.. Bu yazıyla da
nihayet Ortaçağ felsefesini bitirdik. MO 500 yılında Thales’le başlayan
düşüncenin tarihinin ilk ikibin senesini yani. Şimdi kaldı bi 500 sene daha..
Gelecek yazıda Yeniçağ’ı yani Rönesans dönemini anlatmaya başlayabiliriz. Hadi
kalın sağlıcakla...
Yorumlar
Yorum Gönder