RÖNESANS
Evet arkadaşlar.. Ortaçağ’ı bitirdik. Geldik Yeniçağ’a..
Şimdi Ortaçağın bitimi ve Yeniçağın
başlangıcıyla ilgili tarihçiler arasında iki farklı görüş vardır. Kimisi der
ki, Ortaçağ Doğu Roma devletinin yıkılmasıyla, yani Fatih’in İstanbul’u
fethetmesiyle biter.. 1453 yani.. Kimi de der ki Rönesans’ın yani yeniden
doğumun başlamasıyla biter.. 1500 yani…
İkisi arasında pek bi fark yok gördüğünüz
gibi. Bi 50 sene kadar. Bi insan için uzun bir süre ama, insanlık tarihi için
bir iki dakika falan…
Biz tabi milliyetçi bi Türk olarak İstanbul’un
fethini esas alıyoruz. Ve Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle
Ortaçağ’ı bitiriyoruz ve Yeniçağ’a geçiyoruz…
Burda ilginç olan, Ortaçağ 476 Batı Roma
devletinin yıkılmasıyla başlar ve 1453 Doğu Roma devletinin yıkılmasıyla
biter.. Bin senelik uzun bir dönemin iki ucunda da Roma var yani.. Roma
imparatorluğu öyle büyük bir devletti anlicanız..
Hatta Fatih Roma devletini yıkmadığını, tam
tersine Osmanlı’nın Roma’nın bir devamı olduğunu üstüne basa basa defalarca
söylemiştir ve kendisine Kayseri Rum ünvanını almıştır.. Roma İmparatoru yani.
Türkçede kullandığımız Rum kelimesi Roma kelimesinin dönüşmüş halidir. Fatih’ten
sonraki bütün padişahların, son padişah Vahdettin dahil ünvanlarından birisi de
işte bu Kayseri Rum, yani Roma İmparatoru…
Bir çok tarihçi Osmanlı devleti için Müslüman
Roma ifadesini kullanır. Devlet sistemi kurumları falan çok benzediği için…
Her neyse.. Biz konumuza dönelim…
Şimdi bu aşağı yukarı 100-150 sene süren
Rönesans döneminin iki ana özelliği var..
1- Bilimin
yükselmesi
2- Kilisenin
güç kaybetmesi..
Kilise güç kaybetti dediysek öyle zayıflayıp
yok olmadı yani yanlış anlamayın. Adamların hala mahkemesi, engizisyonu falan
var ve istedikleri adamı kafir deyip cadı deyip yargılayıp icabında diri diri
yakıyorlar. Mesela Galile Rönesans’ın başlamasından bi 100 sene sonra falan
yargılanıyor. Dünya dönüyor dedi diye adamı nerdeyse yakacaklardı…
Yani kilisenin güç kaybetme olayı, artık
eskisi gibi krallara hükmedemiyor, ordular kurup haçlı seferleri
düzenleyemiyor.. Bu yani.. Yoksa milletin üstünde fırtınalar estirmeye devam
ediyor..
Güç kaybeden sadece kilise değil tabi… Feodal
aristokrasi de gücünü kaybediyor. Yani şu baronlar, kontlar falan var ya..
Toprak ağaları.. Soylu kesim. Bunların geniş toprakları var, toprakları işleyen
köleleri var, işte kendi orduları, şövalyeleri falan var.. Kiliseyle beraber
krallar için ciddi anlamda bir güç ortağıydılar..
Ancak Yeniçağ’da krallar tüccar sınıfıyla
müttefik olunca, artık bu aristokratların pek bi hükmü kalmadı. Topraklarında
kendi başlarına takılmaya başladılar.. Çünkü her şeyden evvel Krallar paralı
güçlü ordular kurdular, bu da demektir ki aristokratların elindeki o silahlı
birliklerin artık hiç bir hükmü kalmadı. Yani kralları artık bununla tehdit
edemiyorlardı.
İkincisi, yeni coğrafi keşifler yapıldı, yeni
kıtalar keşfedildi ve buralarda koloniler kuruldu. Bu da ticaretin kat kat daha
fazlalaşması demekti. Üretilen mallar bu yeni kıtalara ihraç ediliyor,
keşfedilen yeni kıtalardan da buraya yeni mallar geliyordu. Anladın? Bu da
demek ki aristokratların artık ekonomik bir gücü de kalmamıştı..
Zaten elindeki güçle şımarıp azgınlaşan bu
aristokratlardan herkes illallah etmişti artık…
Soyluların ve kilisenin gücü kırılınca noldu?
Artık kral mutlak güç sahibiydi. Yani gücünün ortağı yoktu. O ne derse o
oluyordu… Anladın?
Bu da ne demek? Daha özgürce felsefe, sanat ve
bilim yapılması demek.. Mesela Kopernik o dönemde dünyanın güneş etrafında
döndüğünü matematiksel olarak kanıtladı. Ancak kilisenin korkusundan bunu
yayınlayamadı tabi. Ancak o öldükten sonra kitabı yayınlanabildi.
Yine o dönemde DaVinci gibi, Mikelangelo gibi
büyük sanatçılar yetişmiştir… Mikelangelo greyder kullansın, Leonardo da vinci..
Bakın onlar olmasa bu espriden mahrum kalacaktık...
Tabi kilise elinden geldiği kadar bu din dışı
kafirliklere engel olmaya çalıştı ama pek başarılı olduğu söylenemez. Dalga
dalga artık yeni görüşler, yeni keşifler yayılmaya başlamıştı. İnsanlar artık
kilisenin Tanrı adına konuşmadığını, zaman zaman yalan yanlış şeyler
söylediğini, hatta ciddi ciddi bişeyler
uydurduğuna inanmaya başlamıştı. Yani insanlar arasında kilisenin en ufak bir
itibarı kalmamıştı…
Buna karşılık tüccar sınıfı felsefeyi ve
bilimi var gücüyle destekledi. Çok sevdiklerinden değil tabi. İşlerine geldiklerinden.
Bilim, gözlem, felsefe ve düşünce sayesinde yeni icadlar gerçekleşiyordu.
Mesela adam gökyüzünü yıldızları falan inceliyor, yeni haritalar yapıyor ve bu
da gemicilerin işini kolaylaştırıyordu ve bu sayede yeni kıtalar
keşfediliyordu. Bu da haliyle ticaretin artması ve tüccar sınıfının daha da
zenginleşmesi demek.
Sadece bu değil tabi. Daha büyük gemiler
yapılıyor ve bu sayede okyanusların aşılması mümkün oluyordu. Daha sonraki
dönemde yapılan buharlı gemiler, trenleri falan düşünün. Telgrafı düşünün
mesela. Bilim demek otomatikmen teknoloji demekti yani. Bu da hız demekti. Ve
bu da daha fazla ticaret demekti. Daha fazla ticaretse hem devletin güçlenmesi,
hem de tüccarların daha da zenginleşmesi demekti..
Bu yüzden de tüccar sınıfı, halen öyle gerçi,
var güçleriyle bilimi ve felsefeyi desteklediler..
Ve de Rönesans döneminin ana, merkezi
felsefesi Hümanizm…
Yani artık insan merkezli bir felsefe var.
Ortaçağ’daki gibi Tanrı merkezli değil.. Benim kıblem insandır diye meşhur bi
söz var ya hani bizde.. İşte aslında bu hümanizm felsefesinin yansıması..
Şimdi bu felsefeyi ilerki yazılarımızda
detaylı olarak sizlere anlatacam ama, ana hatlarıyla özetlersek aslında şu:
Birey, kişi, şahıs ön plana çıktı.. Yani denildi ki, sen bir insan olduğun için
değerlisin. Falanca kabileye, falanca millete mensup olduğun için, ya da zengin
olduğun için, işte soylu bi aileden geldiğin için falan değil.. Köle de olsan,
tüccar da olsan, esnaf da olsan, - ki bunlar o dönemlerde düşük işler olarak
görülüyordu – yani hangi sınıftan olursan ol, madem ki sen bir insansın, o
zaman değerlisin…
Madem ki ben bir insanım.. Arif Sağ’ın böyle
bir türküsü vardı hatırlar mısınız? Türkiye’deki aleviler mesela bu felsefeye
hala sıkı sıkıya bağlıdırlar… İnsana insan olduğu için değer vermek…
Bu felsefe doğal olarak da kendilerini
ayrıcalıklı ve üstün gören din adamları ve aristokratlar tarafından şiddetli
bir şekilde engellenmeye çalışıldı. Çünkü biz doğuştan aristokratız. Bizim
yaratılışımız, genetiğimiz falan sizden çok farklı. Siz köle olarak
yaratılmışsınız, biz de soylu olarak. Yani bu değişmez. Cinsine yandığım
cinsine çeker olayı var ya.. Yani özümüz bu…
Hümanizm ne dedi? Hayır.. Bütün insanlar
doğuştan eşittir.. Sadece şartlar ve imkanlar farklıdır. Ama insan çalışarak,
gayret göstererek yükselebilir..
Yani bu felsefe aslında şunu getirdi: Soyluluk
değil aslolan.. Çalışmak ve gayret göstermek…
Ve tam o sırada bütün bunlar yetmiyormuş gibi
bir de matbaa icad edildi..
Matbaanın icadı ne demek? Eskiden bilgi sadece
din adamlarının ve aristokratların tekelindeydi. Çünkü kitaplar el yazması.
Yani bi kitap baştan sona elle yazılıyor. Bu da demek ki çok az sayıda kitap
var.
Ancak matbaa icad edilince noldu? Kitaplar
çoğaldı, yayıldı ve elden ele dolaşmaya başladı. Bu da sıradan insanların da
bilgiye ulaşabilmesi demek oldu ve soylu olmayan insanlar da artık bilimle,
sanatla, felsefeyle uğraşmaya başladı.. Bu da beraberinde yeni görüşleri,
isyanları ve ayaklanmaları getirdi..
Yani bilgi artık belirli bir kesimin
ayrıcalığı değildi..
Matbaanın bize gelmesine ise daha tam olarak
300 sene var… Avrupa’daki bu gelişmelerden korkan ulema sınıfı aynısı bizde de olur
korkusuyla matbaaya şiddetle karşı çıkmışlardır… Avrupa Rönesans’i, Reform’u,
Aydınlanma’yı, Endüstri Devrimini yaşarken biz o sıralarda iç karışıklıklarla
uğraşıyorduk. Bir yandan yeniçerinin ulufe isyanı, bir yandan Anadolu’daki
isyanlar.. Mesela Celali isyanları diye bi isyan vardır ki tam 140 sene
sürmüştür…
Her neyse… Dedik ya Yeniçağ İstanbul’un
fethiyle başlıyor.. Şimdi tabiki Fatih İstanbul’u fethedip de hadi Ortaçağı
kapattım, artık Yeniçağ başlasın demedi. Yüzyıllar sonra insanlık tarihini inceleyen
insanlar bir bakıyorlar ki, İstanbul’un fethinin çağları değiştiren sonuçları
olmuş… O yüzden de diyorlar ki, İstanbul’un fethi insanlık tarihinin
gidişatını, seyrini değiştirmiş.. Bu yüzden de bu olayla Ortaçağ bitmiş ve yeni
bir çağa girilmiştir..
Şimdi İstanbul fethedilince noluyor? Bu olay
niye bu kadar önemli? Yani o dönemde sürekli olarak yeni kaleler, şehirler,
ülkeler fethediliyor. Mesela Fatih Sultan Mehmet İstanbul dışında Avrupa’da,
Anadolu’da, Karadeniz’de bir sürü yer fethetmiş. Hatta ta İtalya’ya gidip
Toronto’yu fethetmiş. Peki niye bu fetihler değil de İstanbul onun en önemli
fethi?
Şimdi, o dönemde Bizans, yani Doğu Roma,
felsefe olsun, bilim olsun, matematik mimari falan olsun, Batı Avrupa’dan çok
çok daha ileriydi. Düşünün yani adamlar Ayasofya gibi bir binayı yapmışlar ta o
zaman. Batı’daki gibi kilise baskısı yoktu ve bu sebeple özgür düşünce daha
yaygındı. Platon olsun, Aristo olsun.. Bunların Batıda olmayan pek çok eseri
Bizanslı alimlerin ellerindeydi ve de üzerlerinde herhangi bir baskı olmadığı
için de bu kitapları özgürce yorumlayıp tartışabiliyorlardı. Halbuki Batıda o
dönem felsefe kilisenin ve din adamlarının tekelindeydi ve de onların izin
verdiği ölçüde, Hristiyanlık dogmalarına aykırı olmayacak şekilde ancak felsefe
konuşulup tartışılabiliyordu..
Mesela o dönemde Batı’da hastalıklar Tanrı’nın
cezası olarak görülürken, Bizans’ta tıbbi alanda ciddi ilerlemeler
kaydedilmişti. Tabiki de müslüman alimlerin sayesinde. İbni Sina mesela..
Ha şimdi.. İstanbul fethedilince noldu? Bu
alimler, bu bilgileri, bu kitapları falan, hepsini alıp Batı’ya, İtalya’ya,
Venedik’e, Florensa’ya falan kaçtılar… Sırf bu kitaplar, bu bilgiler Türklerin
eline geçmesin diye. Fatih Sultan Mehmet gibi bilgiye, ilime ve de alime değer
veren vizyon sahibi bir padişahın elinde bu kitaplar olsaydı şimdi acaba
nerelerde olurduk diye sormadan edemiyor insan…
Fatih bu kitapların orda olduğunu biliyordu ve
zaten kendisi de felsefeye inanılmaz meraklı bir insandı. O kitaplardaki
bilgilerin Osmanlı’nın gücünü iki üç katına çıkaracağını da biliyordu. Ama bu
kitapları orda bulamayınca ciddi anlamda hayal kırıklığına uğradığını ve
üzüldüğünü tahmin edebiliyorum. Fatih daha sonra Avrupa’ya kaçan bu ilim
adamlarını ve kitapları tekrar getirtebilmek için çok çabalar harcadı. Hatta
bir iki tanesini de getirmeyi başardı. Ancak olan olmuştu, kitaplar da alimler
de gitmişti ve Avrupa’da Rönesans başlamıştı…
İşte arkadaşlar İstanbul’un fethi bunun için
önemlidir, insanlık tarihinde bir kırılma noktasıdır. Bizans’tan kaçan alimler
Batı Avrupa’ya yeni bilgileri götürmüş, ve bu bilgiler sayesinde orda peşpeşe
Rönesans, Reform, Aydınlanma, Endüstri Devrimi falan gerçekleşmiştir. Yani
günümüzün bu yüksek teknolojisinin dahi temeli Rönesans döneminde atılmıştır.
Yani Bizans’tan kaçan ilim adamları sayesinde. Yani İstanbul’un fethi
sayesinde..
Yani gördüğünüz gibi, Ortaçağ’ın bitip Yeniçağ’ın
başlaması bizden çok Avrupa’ya yaramış…
Her neyse… Rönesans dönemi bir yüz yüzelli
sene sürüyor ve 1600lu yıllardan itibaren artık Aydınlanma çağına geçiliyor..
Rönesans’ın en önemli filozoflarının bazıları: Makyevelli, Erasmus, Bruno.. Ki
bu sonuncusu dünya dönüyor dediği için kilise tarafından diri diri yakılmıştır…
Bunları da artık sırası gelince inceleriz…
Yazı bitti bu kadar.. Hadi şimdi dağılın…
Yorumlar
Yorum Gönder