HÜMANİZM

 



Evet arkadaşlar.. Bugün de sizlere Rönesans döneminin baskın felsefesi Hümanizmi anlatalım. Adından da anlaşılacağı gibi (Human İngilizce insan demek, bilmeyenler için...) insanı merkeze koyan bir felsefe..

Ortaçağ’da durum nasıldı hatırlayın.. Merkezde Tanrı vardı. Yani dini inanç.. Rönesans döneminde ise bunun yerine insan geçti. Her şeyin ölçüsü insandır dendi..

Hümanizm dediğimiz olay aslında 14. Yüzyılda başlamış olsa da, 16. Yüzyılda, yani Rönesans döneminde zirvesine ulaştı..

Şimdi bu Hümanizm dediğimiz olay nasıl ortaya çıktı?

Ortaçağ’da hakim sınıf hangileriydi? Rahipler ve soylular.. Aristokratlar yani...

Şimdi Ortaçağ’ın sonlarına doğru noldu? Yeni kıtalar keşfedildi ve bu sayede ticaret arttı. Ticaret artınca ortaya yeni bir sınıf çıktı: Zengin tüccarlar.. Yani burjuva..

Şimdi bu aristokrat kesim bu zengin burjuva kesimine acayip gıcık olmuş. Niye biliyo musun? Görgüsüz zenginler diye. Bu aristokrat kesimi okumuş falan ya hani. Burjuva kesiminin teorik bilgisi fazla yok. Yani öyle felsefeden edebiyattan falan anlamazlar. Ama pratik hayata hakimler. Ticaret nasıl yapılır, hangi yollardan gidilir, gemicilik nasıl yapılır falan bunları biliyorlar..

Aristokrat kesimi ise o zamana kadar herhangi bir işte çalışmamış. Bunların geniş toprakları var. Bu topraklarda serfler çalışıyor ve ürünün belli kısmını işte bu baronlara veriyor. Hem de önemli bi kısmını yani.. Bunlarda da iş güç yok ya hani.. Bol bol oturup felsefe edebiyat yapıyorlar, protokol öğreniyorlar..

Şimdi Ortaçağın sonuna doğru bu aristokratlar gitgide fakirleşiyorlar. Çünkü krallar zaten bayadır bunlara gıcık oluyor. Vergileri artırıyor, serfler yani köleler bunların yanından kaçıp şehirde tüccarların yanlarında çalışmaya başlıyorlar. Bunlar çalıştıracak işçi bulamıyorlar. Tarladan elde ettikleri ürünler eskisi gibi para yapmıyor.. Velhasıl baya bi geçim sıkıntısına düşüyorlar..

İşte arkadaşlar.. Bu dönemde bu zengin tüccarlar kıroyum amma para bende diyorlar demesine ama, yine de bu soylu kesiminin karşısında ciddi bir aşağılık kompleksine kapılıyorlar. Çünkü soylu kesim sürekli olarak bunlara diyor ki, istediğiniz kadar malınız mülkünüz paranız olsun. Aslınız belli nesliniz belli. Asaletiniz yok. Asalet doğuştan olur. Bizler asiliz. Sizlerse görgüsüz kasaba tüccarları..

Şimdi bu burjuvalar da ciddi ciddi bu soylulara özenip, onlar gibi davranıp onlar gibi giyinme hevesine kapılıyorlar. Dersler falan alıyorlar. Ama yani nafile. Öteki adam o işi bebeklikten öğrenmiş. Sen sonradan bunu ne kadar öğrenebilirsin ki... Moliere’in tiyatro oyunları işte o dönemdeki görgüsüz burjuvaların komikliklerini anlatır..

Şimdi bu burjuva kesimi işte kendilerini aslında biz de bakın entelektüeliz bilgiliyiz falan diye gösterebilmek için o dönemde sanata, felsefeye ve bilime inanılmaz destek oluyorlar ve sanatçılara, filozoflara falan inanılmaz paralar veriyorlar. Rönesans döneminin meşhur sanatçılarını biliyorsunuz: DaVinci, Mikelangelo falan..

Ama bu soyluların çenesi bir türlü durmuyor. Sürekli olarak diyorlar ki biz soyluyuz siz görgüsüz tüccarlarsınız. Çünkü Ortaçağ felsefesi o şekilde. Yani aşırı kaderci bir anlayış var. İnsan ne doğduysa o. Bir daha değişmez. Yani ben soylu doğduysam ömür boyu soyluyumdur, sen köylü doğduysan ömür boyu köylüsündür. Yani bu değişmez imkanı yok. Köylü bi adam kalkıp da soyluluk iddia edemez. Hatta bu büyük bir suçtur, ayıptır, terbiyesizliktir..

Muhsin bey fimini izlediniz mi? İşte o filmdeki Muhsin bey soyluları temsil eder, arabesk şarkıcımız da bu burjuvayı..

Şimdi, burjuva bu soyluların bu türden kafa şişirmelerinden artık bıkıyorlar ve o dönemin filozoflarına diyorlar ki, ya kardeşim, şunların çenesini kapatacak bir felsefe icad edin artık. Kurtulalım şu Ortaçağ’ın feodal anlayışından. Yani adamlar geçiyo karşımıza, istediğiniz kadar zengin olun soylu değilsiniz diyor, bizler de apışıp kalıyoz, cevap veremiyoz..

İşte o dönemin filozofları onlar için ilaç gibi gelecek bir felsefe üretiyor: Hümanizm...

Hümanizm ısmarlama bir felsefedir yani. Ama buna rağmen etkisi büyük olmuştur ve uzun sürmüştür.. Sanatta olsun, siyasette olsun, toplumsal hayatta olsun büyük değişimlerin sebebi olmuştur..

Şimdi nedir bu Hümanizm dediğimiz olay: Her şeyin merkezinde insan var.. Yani insan her şeyin ölçüsüdür..

Bakın Ortaçağ felsefesinde ne vardı? Merkezde Tanrı var. Yani her şey din için, her şey kilise için, öteki dünya için..

Yani bu dünyanın zenginliği eğlencesi pek hoş görülmeyen işler..

Şimdi her şeyin merkezine insan konulunca ne oldu? İnsanın bizzat kendisi değerli oldu. Yani sen insan olduğun için değerlisin. Soylu olduğun için, ya da falanca büyük aileye mensup olduğun için, ya da zengin olduğun için değil..

Madem ki sen bir insansın, o halde değerlisin..

İşte arkadaşlar, Ortaçağ’ın keskin sınıf ayrımına dayalı felsefesine ve toplumsal yapısına karşılık artık bütün insanların eşit olduğu bu felsefe geliştirildi ve dediler ki, sen belki fakir bir ailede dünyaya gelmiş olabilirsin ama, aslolan senin çalışıp çabalaman, gayret göstermendir. Anladın? Sen çabalarsan, gayret gösterirsen, emek verirsen çok güzel yerlere, büyük yerlere gelebilirsin, zengin olabilirsin hatta devlet yönetiminde dahi söz sahibi olabilirsin...

Ortaçağ’da nasıldı hatırlayın? Sen köle olarak doğduysan köle olarak kalırsın. Yani bundan kurtulmayı, yükselmeyi aklına dahi getirme. Senin kaderin bu. Sen bu dünya için değil, ahiret için çalışacaksın ve orda kurtuluşa ermek için gayret göstereceksin. Bu kurtuluşun yolu da kiliseye, din adamlarına ve efendilerine hizmet etmekten geçer.. Tabi aynısı soylular için de geçerli. Ben de soylu olarak doğduysam, doğuştan soyluyum, doğuştan senden üstünüm, benim de kaderim böyle...

İşte Hümanizmle beraber Rönesans döneminde bu anlayış yıkıldı ve tüccar kesiminin de soylu aristokratlara vereceği bir cevap oluştu. Doğuştan soyluluk diye bi şey yok. İnsan olmak var. Bütün insanlar eşittir. Hepsinin özü aynıdır...

Ha işte bu Hümanizm beraberinde ne getirdi? Bireyselleşme.. Yani mesela Ortaçağ’da nasıldı? Mesela bi sanatçı resim çiziyor, öyle detaylı çizmezlerdi. Mesela insanların yüzleri gözleri öyle detaylı çizilmezdi. Aslolan dindi. Yani aslolan o resmin vereceği dini mesajdı. Buna odaklanırlardı..

Rönesansla beraber dini olayları anlatan tablolar çizilip heykeller yapılmaya devam etti ama, resimler heykeller çok daha canlıydı, detaylıydı. Mesela Davinci’nin meşhur Son Akşam Yemeği tablosuna bakın, ordaki her şahıs tek tek detaylı bir şekilde, kendine has özellikleriyle tasvir edilmiştir. Ya da Mikelangelo’nun Davut heykeline bakın. En ince detayına kadar işlenmiş..

Resimlerde perspektif kullanılmaya başladı. Yani resimler artık üç boyutlu ve gerçekçi bir şekilde yapılmaya başladı. Bu da aslında ilerde başlıcak olan realizm, yani gerçekçilik akımının temelinin atılmasıydı.

Sadece bu değil tabiki. Bireyselleşme öne çıkınca, düşünce özgürlüğü de arttı. Yani insanlar kilisenin dogmalarından sıyrılıp özgürce düşünmeye başladılar. Yani aklı, gözlemi, deneyimi temel aldılar. O zaman noldu? Zaten Bizans’tan kaçan bilim adamları beraberinde Platon’un Aristo’nun yeni kitaplarını getirmiş, Batı dünyasını yeni yeni bilgilere boğmuştu. Yani bu yeni bilgilerin karşısında kilisenin dogmalarının tutunma şansı zaten yoktu. Bütün bunların sonucunda bilimsel yöntem gelişti ve büyük bilim adamları yetişti. Galile gibi, Kopernik gibi..

Yani diyorum ya, insanlar artık Ortaçağ’ın o baskıcı, sıkıcı, kaderci anlayışından kurtulmuşlardı ve macera arıyorlardı. İşte yeni kıtaların, yeni yerlerin keşfi de hep o dönemde yapıldı. Amerika’nın keşfi, Ümit Burnu’nun keşfi falan..   

Tabiki de dönemin en önemli gelişmesi matbaanın icadı. Matbaayla beraber kitaplar her tarafta yayıldı, bilgi herkes için ulaşılabilir oldu. Bu da yeni yeni görüşlerin, yeni felsefelerin ve de haliyle yeni isyanların ortaya çıkmasına sebep oldu. Ve de bunlar peşpeşe Reform’u, Aydınlanmayı,  Fransız devrimini, Endüstri devrimini getirdi...

Bizde tabi matbaanın gelmesine daha 300 sene var..

Her neyse arkadaşlar.. Kısaca bu Hümanizm dediğimiz felsefe bilimin, felsefenin, sanatın gelişmesine büyük katkılarda bulunmuş ve bugünkü modern dünyanın temellerini atmıştır...

Bu felsefeye hala sıkı sıkıya bağlı insanlar vardır. Madem ki ben bir insanım.. Arif Sağ’ın böyle  bir türküsü vardı. Türkiye’deki Aleviler mesela halen bu felsefeye inanırlar. Benim kıblem insandır, madem ki sen bir insansın, o halde değerlisin..

Hümanizm bu kadar arkadaşlar... Hadi kalın sağlıcakla..

Yorumlar

  1. Dostum yazılarının hepsini okudum çok güzel, kısa, basit, harika anlatmışsın. Olayları anlatırken tarihi sosyolojik şartlara değinmen ve örneklerle desteklemen çok iyi. Aynı şekilde modern felsefe (Descartes, Hume Kant) sonrası 19. yy özellikle , Hegel, Marks Nietzsche gibi filozofları da anlatır mısın? Bir de bu felsefe tarihi ile ilgili tavsiye edebileceğin kitap var mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler arkadaşım. Vakit buldukça sırası gelen filozofu yazıyorum. Ahmet Arslan’ın kitaplarını tavsiye ederim ama felsefe öğrenirken tek bir kaynağa bağlı kalmamak lazım. Değişik kaynakları karşılaştırmalı okumak gerekir..

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUŞKUCULUK

PLATON II - İDEALAR

HERAKLİTOS