AKİNOLU THOMAS
Evet Arkadaşlar.. Şimdi geldik Skolastik
dönemin en önemli filozofuna.. Akinolu Thomas’a... Akinolu 1225 yılında
İtalya’da doğuyor ve 1274 yılında yine İtalya’da ölüyor. Tabiki kendisi aynı
zamanda da bir din adamı.. 1322 yılında da aziz ilan ediliyor..
14. Yüzyıldan itibaren Akinolu Thomas’ın
görüşleri kilisenin resmi teolojisi olarak kabul edilmiştir. Bugün halen onun
eserleri Katolik eğitim kurumlarında temel kaynaklar arasında yer alır. Onun en
bilinen eseri Summa Theologica Hristiyan teolojisinin kapsamlı bir özeti olarak
kabul edilir ve bugün bile teoloji öğrencileri için temel bir başvuru
kaynağıdır.
Yani Akinolu Thomas bugün hala etkisini
sürdüren bir filozoftur. Plato gibi, Aristo gibi.
Akinolu tam bir Aristo hayranıydı. Hatta
fanatiğiydi. Hristiyan teolojisiyle Aristo’nun felsefesini uzlaştırmaya
çalışmıştır. Ondan sonra da Aristo Hristiyan dünyasında bir aziz hatta bir
peygamber derecesine yükseltilmiş ve Aristo’nun eleştirilmesi dahi kafirlik ve
sapkınlık olarak görülmüştür.
Akinolu Thomas Akino kontunun oğluydu ve de
babasının sarayı Napoli Krallığındaydı. Thomas’ın ilk eğitimi işte bu sarayda
başladı. Onun bir lakabı da melek doktor. Melekler üzerine çalışma ve araştırma
yaptığı için ve de bir melek gibi saf ve temiz olduğu için kendisine bu lakap
verilmiş.
İşte Akinolu Napoli’de üniversite eğitimini
tamamladıktan sonra Dominikan oluyor ve Almanya’ya Köln’e gidiyor. Dominikan
dediğimiz bir Hristiyan tarikatı. Aziz Dominican tarafından kurulmuş. Yoksulluk
ve bekaret yemini ediyorlar. Diyar diyar dolaşarak vaazlarla insanları
Hristiyanlığa davet ediyorlar. Ama tarikatın en önemli özelliği entelektüel
faaliyetlere yoğun ilgi göstermeleri. Felsefeyle yoğun olarak uğraşmaları.
İnaçla aklı uyumlu hale getirmeyi amaçlamaları. Yani akılcı bir tarikat. Aynı
dönemde mesela Fransiskenler diye başka bir tarikat daha var, onlarsa akıldan
daha ziyade inanca vurgu yapan bir tarikat..
Şimdi Akinolu Thomas Köln’e gelince orda
Albert Magnus’un öğrencisi oluyor ki, Albert Magnus dönemin önde gelen din
adamı, filozof ve bilim adamlarından ve de sıkı bir Aristocu. O dönemde
filozoflar Aristocu ve Platoncu olarak ikiye ayrılıyorlar. Uzunca bi müddet
çekişiyorlar ve maçın sonunda Aristo galip geliyor.
Albert Magnus de tıpkı Akinolu Thomas gibi bir
Dominikan. Bilimi kimsenin sallamadığı bir dönemde Albert Magnus bilimsel
çalışmalar, gözlemler, deneyler yapmış ve bilimin Avrupa’da tekrar
canlanmasında önemli bir rol oynamıştır.
Her neyse.. Akinolu Thomas Köln’de ve Paris’te
bir müddet kalıp öğrenim gördükten sonra 1259 yılında tekrar İtalya’ya dönüyor
ve ömrünün sonuna kadar burda yaşıyor.. Bi iki üç sene Paris’teki ikametini
saymazsak tabi. Buraya da mecburiyetten gidiyor çünkü Paris’te İbni Rüşd’un
savunucuları Aristo felsefesine dayanarak bir takım sapkınlıklar çıkarıyor. İnsan ruhu ölümsüz değildir falan gibisinden
bişeyler söylüyorlar. Bu durumu düzeltmeye gidiyor..
Akinolu Thomas’ın en büyük avantajı, Batı
Avrupa’da Aristo’yu doğru dürüst bilen ilk kişi olması. Onun William of
Moerbeke diye bi arkadaşı var, Aristo’yu direkt Yunancadan çeviriyor ve
Thomas’a veriyor. Ondan öncekiler Aristo’yu ikincil kaynaklardan öğreniyordu,
özellikle Yeni Platoncu kaynaklardan ve bunlar da haliyle Aristo ile ilgisi
olmayan pek çok unsur içeriyordu.
Şimdi, Akinolu Thomas Aristo’yu okuyunca ona
aşık oluyor. Ne mübarek insanmış ya bu Aristo diyor. İnanılmaz akıllı.
İnanılmaz güzel şeyler yazmış. Şimdi ben bu Aristo’nun yazdığı akıllarla,
mantık yürütmelerle Hristiyan inancını mükemmel bir şekilde açıklarım. Yani
Hristiyan inancının insan aklıyla ne kadar uyumlu olduğunu cümle aleme
gösteriririm.
O dönemde Hristiyan olmayanların yaptığı en
büyük itiraz – gerçi halen öyle – Hristiyan inancının insan aklına uygun
olmadığıydı. Ha o dönemde de insan aklı, düşüncesi, yani felsefe hakim ve
popüler akım. Nasıl ki şimdi bilim hakim akımsa, yani din adamları inançlarını
bilimle uyumlu hale getirmeye çalışıyorlarsa, o dönemde din adamları
inançlarının akılla uyumlu olduğunu ispata çalışıyorlardı.
O yüzden de Akinolu Thomas için Aristo
bulunmaz bir nimetti. Aristo’yu derinlemesine okudu, inceledi, üzerine şerhler
yazdı, diğer filozoflarla tartıştı ve en sonunda da dedi ki, ben Hristiyanlık
inancını akıl ve mantık yoluyla açıklayacam.
Ancak Akinolu Thomas’ın önünde önemli bir sıkıntı
var. O döneme kadar kilise Platoncu. Ve de Aristo’yu pek sevmiyorlar. Çünkü
Aristo’yu Araplardan ve de İbni Rüşd’ü savunan Hristiyan filozofların
yorumlarından biliyorlar ve onların da pek çok öğretisi Hristiyan inancına
aykırı. İnsan ruhunun ölümlü olması gibi mesela..
Şimdi Akinolu Thomas kiliseye diyor ki, bunlar
Aristo’yu yanlış yorumluyor. Aristo Hristiyan inancıyla gayet de uyumlu bir
filozof. Bakın ben onu yeniden yorumlicam ve onun felsefesinin Hristiyan
inancıyla ne kadar uyumlu olduğunu göreceksiniz..
Sahiden de bu dediğin yapıyor ve kiliseyi
Aristo felsefesinin Platon felsefesinden daha üstün olduğuna ikna etmeyi
başarıyor.
Zaten o dönemde Platon’un miadı yavaş yavaş
dolmaya başlamıştı ve kilise yeni felsefe arayışları içindeydi. Çünkü kilise
önceki babalar döneminde yüzünü göğe çevirmişti ve kurtuluş, öteki dünya,
mutluluk, cennet cehennem gibi konularla daha çok ilgiliydi. Bu dünyayla hiç
bir şekilde ilgilenmiyordu. Ancak Skolastik dönemde kilise muazzam bir güç elde
etmişti ve artık yönünü bu dünyaya çevirmişti. O yüzden Platon’un felsefesi
artık kiliseye hitap etmiyordu. Ve de Aristo’nun bu dünyayı ön plana koyan
felsefesi onlara ilaç gibi gelmişti..
Yani kilise artık Aristocuydu. Bu ne demek ?
Artık yüzümüzü gök yüzünden yer yüzüne çeviriyoruz. Güç, siyaset, entrika, para
pul, ihtişam. Bizim işimiz artık bunlar..
Şimdi Akinolu Thomas demiş ki, ilk evvela şu
bilgelik denen olay nedir bunu bi çözelim. Bir insan herhangi bir konuda bilge
olabilir. Mesela ev yapmada bilge olabilir. Bu işi yaparken de belli bir amacı
vardır değil mi? Nedir? Ev yapmak. Bu amaca ulaşmak için çeşitli malzelemeleri
kullanır.
Ya da ben mesela eski işimden örnek vereyim.
Bi kamyon şoförü belirli yerlere mal bırakır değil mi? Yani kamyon sürmede, yük
taşımada, bu yükü dağıtmada, kısaca nakliye işinde bilgedir. Peki bu nakliye
işindeki amacı nedir? Taşıdığı mali yerine ulaştırmak.. Bu amaca ulaşmak için
çalışır, kamyonunu kullanır, başka çalışmalar yapar ve amacına ulaşır..
Ha şimdi işte, ulaşılan bu küçük amaçlar, her
zaman başka bir amacın da aracıdır değil mi? Mesela ben kamyonla araba
fabrikasına tampon bırakıyordum. Araba fabrikasının amacı ne? Araba üretmek. Bu
tamponlarda bu amacın bir aracı. Bak gördün mü? Az önceki amaç birden bire
araca dönüştü.
Aynı şekilde araba üretmenin de bir amacı var.
İnsanların ulaşımını sağlamak. İnsanların ulaşımı da insanların çeşitli işleri
yapabilmesi için bir araç.. Bu böyle böyle giderek en nihai amaca, yani evrenin
amacına ulaşır. Yani insanoğlunun bütün küçük amaçları aslında büyük amaca
ulaşmak için bir araçtır aslında..
Ve bilgelik dediğimiz olay da aslında bu nihai
amacı keşfetmek ve ona ulaşmaktır.
Peki büyük amaç nedir? Yani evrenin amacı?
Evrenin amacı aklın iyiliği, yani hakikate ulaşmaktır. Hakikati keşfetmektir.
Yani insana hakikati ve gerçeği göstermek. Kainattaki bütün küçük amaçlar işte
bu büyük amaca hizmet eder..
Mutlak hakikat ise Tanrı’dır.. Yani insan akıl
yoluyla, bilimsel çalışmalar yoluyla, sanat yoluyla, ve de vahiy yoluyla
Tanrı’ya ulaşabilir. Tanrı’yı keşfedebilir ve de Tanrı’yla içiçe yaşayıp gerçek
bilgeliğe ve mutluluğa ulaşabilir. Yani aslında önce kainattaki İlahi düzeni
keşfedip bunun aracılığıyla da Tanrı’ya ulaşır.
İşte bilgelik dediğimiz olay kısaca bu.
Allah’a ulaşmak.. Tabi bu tesbiti yaparken de yine Aristo’nun felsefesinden faydalanıyor.
Aristo’ya göre kainattaki her varlığın bir amacı vardır. Mesela güneşin amacı
dünyayı aydınlatmak ve ısıtmak, tohumun amacı ağaç olmak, insanın amacı da
mutlu olmak. Aristo bu amaç olayına kısaca telos diyor. Akinolu Thomas bu fikri
alıp genişletiyor ve insanin amacının mutlu olmak olduğunu ve mutluluğun da
ancak Allah’ı keşfedip onunla uyum ve birlik içinde yaşamak olduğunu söylüyor..
Şimdi yukarda dedik ya, Akinolu Thomas diyor
ki, ben Hristiyan inancını akılla ispat edecem. Çünkü Hristiyan olmayanlar
Kutsal Kitaplara inanmıyor. Ancak demiş, öyle her şeyi akılla ispat edemezsin.
Bazı şeyleri akılla ispat edersin ama mesela, Teslis, enkarnasyon, Son Yargı
Günü.. Bunları akılla ispat edemezsin. Bunlara sadece inanırsın. Kısaca demiş
ki, Hristiyan inancında akla aykırı hiçbir şey yok..
Ve kolları sıvayıp işe girişmiş. İlk olarak
demiş ki, Tanrı’nın varlığını ispat edelim. Bunun için de tam beş tane delil
bulmuş. Tabi yine Aristo’dan faydalanarak..
İlk ispatı ilk hareket ettirici. Bu dünyada
her şey bi şekilde hareket ediyor. Hareket derken kastettiği sadece fiziksel
anlamda yer değiştirme değil. Varlıkların değişmesini de bir hareket olarak ele
alıyor. Her hareket edeni bir başka hareket ettiren var.
Mesela dünya dönüyor değil mi? Tabi o dönemde
dünyanın sabit olduğuna inanılıyordu. Yine Aristo’dan dolayı. Ama anlamanız
için söylüyorum. Dünya dönüyor, dünyayı güneş döndürüyor, yine güneş başka bir
yıldızın etkisiyle hareket halinde. Güneşi döndüren yıldız da daha büyük bir
yıldızın etkisiyle dönüyor. Böyle böyle gider bu. Ama tabi bu sonsuza kadar
gidecek değil. Bir yerde durması lazım ve kendisi hareket etmeyen bir ilk
hareket ettiriciye ulaşmamız lazım. İşte bu hareket etmeyen ilk hareket
ettirici Tanrı’dır..
İkinci ispatı ilk sebep. İlk delile biraz
benziyor. Bu dünyada her şeyin bir sebebi var. Yine böyle geriye doğru
gidersek, nihayetinde ilk sebebe ulaşırız. İşte bu ilk sebep Tanrı’dır.
Üçüncü ispatı zorunluluk. Her olayın olması
için bir zorunluluk lazım değil mi? Mesela bir çiçeğin yetişmesi için toprak
zorunlu. Toprağın verimli olması için uygun iklim şartları zorunu. Uygun iklim
şartları için dünyanın güneşe uygun uzaklıkta olması zorunlu.. İşte böyle böyle
geriye doğru gittiğimiz zaman yine Tanrı’ya ulaşırız. Yani kendisi hiçbir
zorunluluğa bağlı olmayan zorunlu varlığa.
Dördüncü ispatı da mükemmellik. Yine geriye
doğru gidiyoruz. Bu dünyada diyelim ki çok güzel bi şey gördün. Mesela bi doğa
manzarası. Bu doğa manzarasından daha güzel olan bir başka doğa manzarası
bulabilirsin. Ondan da daha güzel olan mesela tarihi bir bina. Ondan da daha
güzel olan başka bir şey vardır mutlaka. Böyle böyle en güzele doğru, mutlak
güzele doğru, yani mükemmele doğru ulaşırsın. Öyle bi yere gelirsin ki, artık
ondan daha üstünü, daha mükemmelini bulamazsın. İşte bu en güzel, en üstün, en
mükemmel olan Tanrı’dır.
Beşinci ispatsa amaç.. Bu ispatta geriye doğru
gitmiyor. Bu dünyada her şeyin bir amacı var. Hem canlıların hem de
cansızların. Canlılar bilinçli bir şekilde bu amaçlarını yerine getiriyor ama
cansızlar bilinçsiz bir şekilde bunu yapıyor. Mesela güneşin amacı bu dünyayı
aydınlatmak ve ısıtmak. Bi tohumun amacı ağaç olmak. Demek ki bu canlıların bu
amaca uygun hizmet edecek şekilde davranmalarını sağlayan bir varlık var. Bu
varlık da Tanrı’dır..
Gördüğünüz gibi Tanrı’nın varlığını kendince
farklı yollardan ispat ediyor.
Ha devam olarak da diyor ki, Tanrı’nın
varlığını ispat ettikten sonra Tanrı’nın özellikleri hakkında konuşabiliriz.
Ancak Tanrı’nın hangi özelliklere sahip olduğunu söyleyemeyiz. Daha çok onun
“ne olmadığı” üzerinde durabiliriz. Çünkü biz Tanrı’nın özünü hiçbir zaman tam
anlamıyla kavrayamayız.
Mesela Tanrı maddi değildir, sınırlı değildir,
Tanrı değişmez, Tanrı’nın içinde herhangi bir potansiyel yoktur, çünkü
potansiyel değişim demektir. Tanrı bileşeni olmayan tek parça bir varlıktır.
Yani karmaşık değil, basit bir yapısı vardır. Çünkü Tanrı’nın birleşen
parçalardan oluşması demek onun sonradan meydana gelmesi demektir ki, Tanrı
kesinlikle ezelidir. O yüzden Tanrı’nın bir bedeni de yoktur çünkü beden demek
parçalardan oluşmak demektir.
Buna tabi şöyle itirazlar geliyor : Bu kadar
basit bir varlığın bu kadar çok şeyi, yani her şeyi bilmesi mümkün mü ? Yani
tam tersine çok daha karmaşık bir yapıya sahip olması gerekmez mi ? Buna Akinolu
şöyle cevap veriyor : Tanrı bilgiyi insanlar gibi sonradan ve de parça parça
edinmez. O bilgi zaten onun özündedir, kendisindedir. Yani ta ezelden beri o
bilgi onunla beraberdir ve onun bilgisi tek parçadır, farklı farklı
bileşenlerden oluşmaz. Yani şimdi mesela senin İngilizce bilgin ayrı bir
parçadır, matematik bilgin ayrı bir parçadır değil mi? Ama Tanrı’da öyle değil.
Onun bütün bilgisi tek parçadır.
Yani onun bilgisi, insanlardaki gibi, ondan
ayrı bir varlık değildir. Mesela biz matematik bilmiyorsak, matematik bizden
ayrı bir varlıktır. Ama Tanrı’da bu böyle değil. Onun bilgisi onun özünde ta
ezelden beri mevcuttur.
Tanrı kendi özünü mükemmel bir şekilde anlar.
Ve böylece her şeyin bilgisine de sahip olur. Çünkü gelmiş geçmiş bütün
bilgiler Tanrı’nın özünde mevcuttur. İşte Tanrı’nın bu bilgisine biz Tanrı’nın
sözü diyoruz. Yani Logos. Ve daha sonra bu Logos, yani Tanrı’nın sözü insan
şeklinde enkarne olmuş ve İsa Mesih şeklinde insanların arasına gelmiştir.
Akinolu Thomas Tanrı hakkında düşünürken ve
felsefe üretirken bazen gerçekten de ilginç şeyler söylüyor yalan değil. Mesela
diyor ki, Tanrı’nın iradesi vardır. İradesinde tamamen hürdür. Yani istediğini
yapar. Tanrı’nın iradesiyle gerçekleştirdiği eylemin “gerekçesi” olabilir ama
“sebebi” olamaz..
Bak görüyo musun? Burda gerekçe ve sebep
arasındaki farka giriyor. Gerekçe nedir? Gerekçe kişinin kendinden kaynaklanan
bir durumdur. Yani dışardan kaynaklanan bir durum değil. Mesela şöyle dersen
gerekçe olur: Kalın giyiniyorum çünkü üşüyorum.. Anladın? Üşümek seninle
alakalı bir durum. Bu yüzden üşümek senin kalın giyinmenin gerekçesi...
Sebep olayı ise dışsal bir olayın sonucudur.
Mesela şöyle dersek: Kalın giyiniyorum çünkü hava soğuk. Anladın? Havanın soğuk
olması seninle alakalı bir olay değil. Bu yüzden havanın soğuk olması senin
kalın giyinmenin nedenidir.. Ya da sebebidir..
Yani gerekçe senden kaynaklanır, sebebse dış
faktörlerden kaynaklanır. Mesela biraz beyin jimnastiği yapsak ve size şöyle
bir soru sorsam: Niçin elbise giyiniyorsunuz? Yani çıplak sokakta
dolaşmıyorsunuz? Cevap olarak şöyle derseniz: Çünkü çıplak dolaşırsam toplum
beni dışlar, ayıplar, timarhaneye ya da hapse tıkar. Bak bu sebebtir. Ama şöyle
dersen: Çıplak dolaşmaktan utanırım. Bu bir gerekçedir. Çünkü utanmak sizinle
alakalı bir durumdur..
Hadi siz de kendi hayatınızdan ve çevrenizden
bu gerekçe ve nedenlere örnekler bulun. Zevkli bir faaliyet gerçekten de.
Mesela dersen ki, kitap okuyorum çünkü bilgilenmek istiyorum. Bu bir
gerekçedir. Sizden kaynaklanır. Ama şöyle dersen: Kitap okuyorum çünkü kitap
beni bilgilendiriyor. Bu da bir sebeptir..
Bak ben de sevdim bu işi valla. Bak.. Bi tane
daha: Spor yapıyorum çünkü sağlıklı yaşamak istiyorum. Bu bir gerekçedir. Spor
yapıyorum çünkü kızlar spor yapan erkeklere bayılıyor. Bu da bir sebeptir..
Evet arkadaşlar bu gerekçe sebep ayrımını iyi
bilirseniz eğer, insanları ikna etmede önemli bir koz elde etmiş olursunuz.
Siyasetçiler, pazarlamacılar ve manipülatörler genellikle bu gerekçelere
yönelir. Yani hedef kitlenin kişisel ihtiyaçları neler? Kendisi kişi olarak ne
istiyor? Satacağı mal, ya da uyguladığı siyaset onun hangi kişisel
ihtiyaçlarını giderecek? Ona ne hissettirecek? Onun hayatında neyi
değiştirecek?
Nedenler yerine gerekçeleri ön plana çıkardığınız
takdirde hedef kitlenin ürünle kişisel bir bağ kurması çok daha kolaylaşır..
Mesela diyelim ki birine bi kitap satıyorsun.
Bu kitap seni bilgilendirecek dersen, bu sebep olur ve etkisi düşüktür. Çünkü
kaynak kişinin dışındadır. Ama şöyle dersen: Bilgi sahibi olmak istiyorsan bu
kitabı okumalısın. Bak işte bu o kitabı almak için bir gerekçedir.. Ve de
etkisi çok daha büyüktür...
Ya da mesela bir siyasetçi dese ki: Bu
çıkardığımız kanun sayesinde enflasyon düşecek. Bu dışsal bir olaydır, yani
sebeptir ve ikna etme etkisi düşüktür. Ama dese ki, bu kanun sayesinde hayat
ucuzlayacak, daha az parayla daha çok şey satın alabileceksiniz.. Bak bu bir
gerekçedir ve ikna etme etkisi çok daha fazladır. Halbuki bunların her ikisi de
aynı anlama geliyor..
Ya da karşı cinsi etkilemek istiyorsunuz
mesela.. Şöyle derseniz bir neden olur ve etkisi azalır: Ben sana heyecanlı
anlar yaşatacam. Çünkü olay dıştan geliyor. Ama şöyle dersen: Benim sayemde
inanılmaz heyecanlar yaşayacaksın. Bak bu gerekçe... Hangisi daha etkili olur
sizce?
Bakın bu gerekçe ve neden olayını biraz
fazlaca anlattım. Çünkü diyolar ya hep felsefe gerçek hayatta ne işimize
yarayacak? Bak işte bu işe yarayacak. 800 sene önce yaşamış bir Ortaçağ
filozofu sayesinde insanları ikna etmek için bir yöntem öğrendin..
Ya ben de bazen var ya lafa dalıyorum,
uzatıyorum, konudan sapıyorum. Ne anlatıyordum ben? Ha evet Akinolu Thomas..
İşte bu Akinolu Thomas demiş ki... Tanrı’nın yaptığı şeylerin “gerekçesi olur”
ama “sebebi olmaz”...
Herhalde yukardaki örneklerden sonra bu ifade
sizin için az çok anlaşılır olmuştur. Tanrı eylemlerini kendi iradesi,
bilgeliği ve iyiliğinden dolayı yapar. Yani dışsal bir faktörden etkilenmez.
Çünkü dışsal bir faktörden etkilenmek, bir eksiklik, bir acizlik ifade eder ki,
Tanrı için bu düşünülemez bile..
Tanrı’da öz ve varlık birdir. Akinolu Thomas’ın söylediği bir başka
önemli konu.
Şimdi bu konuyu biraz açıklamak lazım. Çünkü
felsefede “öz” kavramı önemli bir kavram..
Öz nedir? Bir varlığın o varlık olması için
gereken asgari şartlar, artı o varlığın var oluş amacı...
Karışık oldu biraz biliyorum ama bi kaç
örnekten sonra anlıcaksınız..
Mesela bir ağacı ele alalım. Bir varlığa ağaç
diyebilmek için gereken asgari şartlar neler? Kökü olacak, gövdesi olacak,
dalları olacak. Öyle değil mi? Peki ağacın amacı ne? Fotosentez yapıp dünyaya
oksijen vermek. İşte bak bu ağacın özü: Kok, gövde, dallar ve de fotosentez
yapmak..
Mesela bi masanın özü ne? Yani bi varlığa masa
diyebilmemiz için gereken asgari özellikler neler? Ayakları olacak, yerden
belli bir yükseklikte olacak, üzerinde düz bir yüzey olacak. Masanın amacı
insanlara faydalı olmak, yani onlara kolaylık sağlamak. Üzerinde yemek
yenmesini, kitap okunmasını yazı yazmasını sağlamak. Bu da masanın özü.
İnsanın özü ne peki? Her şeyden önce
düşünebilme ve akıl yürütebilme yetisi. Bundan başka, baş ve gövde. Kol
bacaklar öze dahil değil. Çünkü kolları bacakları olmayan insanlar da halen
insan diye nitelendiriliyor öyle değil mi? İnsanın amacı ne peki? Hem Aristo
hem de Akinolu’ya göre mutlu olmak..
Öz, yani cevher gereken asgari şartlar. Geri
kalan her şey bu öze sonradan eklenen özellikler. Yani arazlar. Mesela senin
saçın öze dahil değil. Göz rengin öze dahil değil. Hatta gözlerin bile dahil
değil. Çünkü iki gözü de olmayan insanlar var ve bunlar halen insan..
Anladın mı öz olayını? E artık anla bi zahmet.
Bu kadar örnek verdik.
Şimdi, özden başka bir de varlık kavramı var.
Nedir? Herhangi bir varlığın özünde var olmak yer almaz. Mesela bi elma özü
bizim zihnimizde vardır. Elma olsa da vardır, olmasa da vardır. Öyle değil mi?
Yani dünyadaki bütün elmalar ve elma ağaçları yok olsa da o elma özü bizim
zihnimizde var olmaya devam eder.
Yani varlık öze dahil değil..
Bunun bir tek istisnası var: TANRI..
Tanrı’nın özünde var olmak da vardır. Yani
zihnimizdeki Tanrı özünün aynı zamanda var olması da gerekir. Yoksa o öz eksik
bir özdür. Mesela ateistlerin kafasındaki Tanrı özü eksiktir. Onların kafasında
bir Tanrı özü var. İnansalar da inanmasalar da var. Her şeyi bilen, her şeye
gücü yeten... Ama var olmayan bir Tanrı. İşte Akinolu Thomas’a göre bu öz eksik
bir özdür... Yani kısaca Tanrı’nın var olmaması gibi bir olay düşünülemez..
Yani Tanrı zorunlu varlıktır. İslami terimle
söylersek: Vacibil Vücud.. Yani Tanrı’nın var olmaması düşünülemez. Diğer bütün
varlıkların olmama ihtimali vardır, yani mümkün varlıktır hepsi de. Mesela
dünyadaki bütün ağaçlar yok olabilir, insan nesli tükenebilir, bütün
bilgisayarlar ve cep telefonları ortadan kalkabilir. Ama Tanrı asla yok olamaz.
Hatta Tanrı’nın kendisi bile kendi kendini yok edemez.. Anladın?
Ha işte.. Şimdi Akinolu diyor ki, Tanrı
bütünüyle özden ibarettir.
Niye böyle diyor peki? Çünkü yukarda dedik ya,
özün dışındaki bütün özellikler o özün üzerine sonradan gelmiştir. Mesela senin
saçın sonradan gelmiştir. Zamansal olarak değil tabi. Metafiziksel olarak. Yani
senin özüne sonradan eklenmiştir. Önce senin özün yaratılır. Baş gövde.. Daha
sonra ise arazlar eklenir..
Ha işte, Tanrı’da sonradan ekleme diye bi şey
söz konusu olamaz. O yüzden Tanrı’da araz yoktur. Çünkü araz olması ona
sonradan özelliklerin eklenmesi demektir ki, bu da değişim demek. Tanrı’da ise
hiç bir şekilde değişim olmaz. Çünkü değişimin olması ya onun daha iyi olması
demek, ki bu mümkün değil, çünkü Tanrı her yönüyle mükemmeldir. Ya da daha kötü
olması demek ki bu da mümkün değil, Tanrı’da hiç bir eksiklik bulunamaz..
Her neyse arkadaşlar.. Kısaca Akinolu demiş
ki, Hristiyanlık inancı akla uygun bir inançtır ve biz bunu akıl yoluyla ispat
edebiliriz. Yukarda anlattıklarım onun felsefesinin bir özeti. Bundan başka
mesela kötülük sorununa değinmiş. Kötülüğün kendisi bir varlık olarak yoktur
demiş. Kötülük iyiliğin eksikliğidir demiş. Kötü olan bi şey yok bu dünyada.
İnsanların onu kötüye kullanması var sadece. İnsanlar genellikle kötülüğü
iyilik yapmak amacıyla yapar, ama sonuç kötü olur demiş. Yani kötülük yaparken
iyilik yaptıklarını zanneder.
Bunların dışında Hristiyanlıktaki yasakları da
akılla ve mantıkla açıklamaya çalışmış. Mesela zina yasaktır demiş, çünkü
çocukların eğitimi için babanın çocukların başında bulunması gerek. Anne
çocukları terbiye edemez çünkü hem yeterince akıllı değildir hem de gerektiğinde
çocukları cezalandırmak için gereken fiziksel güce sahip değildir. Hele bir de
onun ensest yasağını açıklamak için getirdiği bir argüman var ki evlere şenlik:
İki kardeş evlendiği zaman hem kardeş sevgisi hem de karı koca sevgisi birleşir
ve aralarında çok fazla sayıda cinsel ilişki olur. Cinsel ilişki biliyorsunuz
Katolik inancında çok hoş görülen bi şey değil. Sadece üremek için yapılır.
Zevk almak için değil.
Her neyse arkadaşlar. Bu yazı da bu kadar. Bu yazı biraz uzun oldu, sıkıldıysanız söyleyin
biraz kısaltalım. Hadi kalın sağlıcakla..
Yorumlar
Yorum Gönder