AKİNOLU THOMAS

 


Evet Arkadaşlar.. Şimdi geldik Skolastik dönemin en önemli filozofuna.. Akinolu Thomas’a... Akinolu 1225 yılında İtalya’da doğuyor ve 1274 yılında yine İtalya’da ölüyor. Tabiki kendisi aynı zamanda da bir din adamı.. 1322 yılında da aziz ilan ediliyor..

14. Yüzyıldan itibaren Akinolu Thomas’ın görüşleri kilisenin resmi teolojisi olarak kabul edilmiştir. Bugün halen onun eserleri Katolik eğitim kurumlarında temel kaynaklar arasında yer alır. Onun en bilinen eseri Summa Theologica Hristiyan teolojisinin kapsamlı bir özeti olarak kabul edilir ve bugün bile teoloji öğrencileri için temel bir başvuru kaynağıdır.

Yani Akinolu Thomas bugün hala etkisini sürdüren bir filozoftur. Plato gibi, Aristo gibi.

Akinolu tam bir Aristo hayranıydı. Hatta fanatiğiydi. Hristiyan teolojisiyle Aristo’nun felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır. Ondan sonra da Aristo Hristiyan dünyasında bir aziz hatta bir peygamber derecesine yükseltilmiş ve Aristo’nun eleştirilmesi dahi kafirlik ve sapkınlık olarak görülmüştür.

Akinolu Thomas Akino kontunun oğluydu ve de babasının sarayı Napoli Krallığındaydı. Thomas’ın ilk eğitimi işte bu sarayda başladı. Onun bir lakabı da melek doktor. Melekler üzerine çalışma ve araştırma yaptığı için ve de bir melek gibi saf ve temiz olduğu için kendisine bu lakap verilmiş.

İşte Akinolu Napoli’de üniversite eğitimini tamamladıktan sonra Dominikan oluyor ve Almanya’ya Köln’e gidiyor. Dominikan dediğimiz bir Hristiyan tarikatı. Aziz Dominican tarafından kurulmuş. Yoksulluk ve bekaret yemini ediyorlar. Diyar diyar dolaşarak vaazlarla insanları Hristiyanlığa davet ediyorlar. Ama tarikatın en önemli özelliği entelektüel faaliyetlere yoğun ilgi göstermeleri. Felsefeyle yoğun olarak uğraşmaları. İnaçla aklı uyumlu hale getirmeyi amaçlamaları. Yani akılcı bir tarikat. Aynı dönemde mesela Fransiskenler diye başka bir tarikat daha var, onlarsa akıldan daha ziyade inanca vurgu yapan bir tarikat..

Şimdi Akinolu Thomas Köln’e gelince orda Albert Magnus’un öğrencisi oluyor ki, Albert Magnus dönemin önde gelen din adamı, filozof ve bilim adamlarından ve de sıkı bir Aristocu. O dönemde filozoflar Aristocu ve Platoncu olarak ikiye ayrılıyorlar. Uzunca bi müddet çekişiyorlar ve maçın sonunda Aristo galip geliyor.

Albert Magnus de tıpkı Akinolu Thomas gibi bir Dominikan. Bilimi kimsenin sallamadığı bir dönemde Albert Magnus bilimsel çalışmalar, gözlemler, deneyler yapmış ve bilimin Avrupa’da tekrar canlanmasında önemli bir rol oynamıştır.

Her neyse.. Akinolu Thomas Köln’de ve Paris’te bir müddet kalıp öğrenim gördükten sonra 1259 yılında tekrar İtalya’ya dönüyor ve ömrünün sonuna kadar burda yaşıyor.. Bi iki üç sene Paris’teki ikametini saymazsak tabi. Buraya da mecburiyetten gidiyor çünkü Paris’te İbni Rüşd’un savunucuları Aristo felsefesine dayanarak bir takım sapkınlıklar çıkarıyor.  İnsan ruhu ölümsüz değildir falan gibisinden bişeyler söylüyorlar. Bu durumu düzeltmeye gidiyor..

Akinolu Thomas’ın en büyük avantajı, Batı Avrupa’da Aristo’yu doğru dürüst bilen ilk kişi olması. Onun William of Moerbeke diye bi arkadaşı var, Aristo’yu direkt Yunancadan çeviriyor ve Thomas’a veriyor. Ondan öncekiler Aristo’yu ikincil kaynaklardan öğreniyordu, özellikle Yeni Platoncu kaynaklardan ve bunlar da haliyle Aristo ile ilgisi olmayan pek çok unsur içeriyordu.

Şimdi, Akinolu Thomas Aristo’yu okuyunca ona aşık oluyor. Ne mübarek insanmış ya bu Aristo diyor. İnanılmaz akıllı. İnanılmaz güzel şeyler yazmış. Şimdi ben bu Aristo’nun yazdığı akıllarla, mantık yürütmelerle Hristiyan inancını mükemmel bir şekilde açıklarım. Yani Hristiyan inancının insan aklıyla ne kadar uyumlu olduğunu cümle aleme gösteriririm.

O dönemde Hristiyan olmayanların yaptığı en büyük itiraz – gerçi halen öyle – Hristiyan inancının insan aklına uygun olmadığıydı. Ha o dönemde de insan aklı, düşüncesi, yani felsefe hakim ve popüler akım. Nasıl ki şimdi bilim hakim akımsa, yani din adamları inançlarını bilimle uyumlu hale getirmeye çalışıyorlarsa, o dönemde din adamları inançlarının akılla uyumlu olduğunu ispata çalışıyorlardı.

O yüzden de Akinolu Thomas için Aristo bulunmaz bir nimetti. Aristo’yu derinlemesine okudu, inceledi, üzerine şerhler yazdı, diğer filozoflarla tartıştı ve en sonunda da dedi ki, ben Hristiyanlık inancını akıl ve mantık yoluyla açıklayacam.

Ancak Akinolu Thomas’ın önünde önemli bir sıkıntı var. O döneme kadar kilise Platoncu. Ve de Aristo’yu pek sevmiyorlar. Çünkü Aristo’yu Araplardan ve de İbni Rüşd’ü savunan Hristiyan filozofların yorumlarından biliyorlar ve onların da pek çok öğretisi Hristiyan inancına aykırı. İnsan ruhunun ölümlü olması gibi mesela..   

Şimdi Akinolu Thomas kiliseye diyor ki, bunlar Aristo’yu yanlış yorumluyor. Aristo Hristiyan inancıyla gayet de uyumlu bir filozof. Bakın ben onu yeniden yorumlicam ve onun felsefesinin Hristiyan inancıyla ne kadar uyumlu olduğunu göreceksiniz..

Sahiden de bu dediğin yapıyor ve kiliseyi Aristo felsefesinin Platon felsefesinden daha üstün olduğuna ikna etmeyi başarıyor.

Zaten o dönemde Platon’un miadı yavaş yavaş dolmaya başlamıştı ve kilise yeni felsefe arayışları içindeydi. Çünkü kilise önceki babalar döneminde yüzünü göğe çevirmişti ve kurtuluş, öteki dünya, mutluluk, cennet cehennem gibi konularla daha çok ilgiliydi. Bu dünyayla hiç bir şekilde ilgilenmiyordu. Ancak Skolastik dönemde kilise muazzam bir güç elde etmişti ve artık yönünü bu dünyaya çevirmişti. O yüzden Platon’un felsefesi artık kiliseye hitap etmiyordu. Ve de Aristo’nun bu dünyayı ön plana koyan felsefesi onlara ilaç gibi gelmişti..

Yani kilise artık Aristocuydu. Bu ne demek ? Artık yüzümüzü gök yüzünden yer yüzüne çeviriyoruz. Güç, siyaset, entrika, para pul, ihtişam. Bizim işimiz artık bunlar..

Şimdi Akinolu Thomas demiş ki, ilk evvela şu bilgelik denen olay nedir bunu bi çözelim. Bir insan herhangi bir konuda bilge olabilir. Mesela ev yapmada bilge olabilir. Bu işi yaparken de belli bir amacı vardır değil mi? Nedir? Ev yapmak. Bu amaca ulaşmak için çeşitli malzelemeleri kullanır.

Ya da ben mesela eski işimden örnek vereyim. Bi kamyon şoförü belirli yerlere mal bırakır değil mi? Yani kamyon sürmede, yük taşımada, bu yükü dağıtmada, kısaca nakliye işinde bilgedir. Peki bu nakliye işindeki amacı nedir? Taşıdığı mali yerine ulaştırmak.. Bu amaca ulaşmak için çalışır, kamyonunu kullanır, başka çalışmalar yapar ve amacına ulaşır..

Ha şimdi işte, ulaşılan bu küçük amaçlar, her zaman başka bir amacın da aracıdır değil mi? Mesela ben kamyonla araba fabrikasına tampon bırakıyordum. Araba fabrikasının amacı ne? Araba üretmek. Bu tamponlarda bu amacın bir aracı. Bak gördün mü? Az önceki amaç birden bire araca dönüştü.

Aynı şekilde araba üretmenin de bir amacı var. İnsanların ulaşımını sağlamak. İnsanların ulaşımı da insanların çeşitli işleri yapabilmesi için bir araç.. Bu böyle böyle giderek en nihai amaca, yani evrenin amacına ulaşır. Yani insanoğlunun bütün küçük amaçları aslında büyük amaca ulaşmak için bir araçtır aslında..

Ve bilgelik dediğimiz olay da aslında bu nihai amacı keşfetmek ve ona ulaşmaktır.

Peki büyük amaç nedir? Yani evrenin amacı? Evrenin amacı aklın iyiliği, yani hakikate ulaşmaktır. Hakikati keşfetmektir. Yani insana hakikati ve gerçeği göstermek. Kainattaki bütün küçük amaçlar işte bu büyük amaca hizmet eder..

Mutlak hakikat ise Tanrı’dır.. Yani insan akıl yoluyla, bilimsel çalışmalar yoluyla, sanat yoluyla, ve de vahiy yoluyla Tanrı’ya ulaşabilir. Tanrı’yı keşfedebilir ve de Tanrı’yla içiçe yaşayıp gerçek bilgeliğe ve mutluluğa ulaşabilir. Yani aslında önce kainattaki İlahi düzeni keşfedip bunun aracılığıyla da Tanrı’ya ulaşır.

İşte bilgelik dediğimiz olay kısaca bu. Allah’a ulaşmak.. Tabi bu tesbiti yaparken de yine Aristo’nun felsefesinden faydalanıyor. Aristo’ya göre kainattaki her varlığın bir amacı vardır. Mesela güneşin amacı dünyayı aydınlatmak ve ısıtmak, tohumun amacı ağaç olmak, insanın amacı da mutlu olmak. Aristo bu amaç olayına kısaca telos diyor. Akinolu Thomas bu fikri alıp genişletiyor ve insanin amacının mutlu olmak olduğunu ve mutluluğun da ancak Allah’ı keşfedip onunla uyum ve birlik içinde yaşamak olduğunu söylüyor..

Şimdi yukarda dedik ya, Akinolu Thomas diyor ki, ben Hristiyan inancını akılla ispat edecem. Çünkü Hristiyan olmayanlar Kutsal Kitaplara inanmıyor. Ancak demiş, öyle her şeyi akılla ispat edemezsin. Bazı şeyleri akılla ispat edersin ama mesela, Teslis, enkarnasyon, Son Yargı Günü.. Bunları akılla ispat edemezsin. Bunlara sadece inanırsın. Kısaca demiş ki, Hristiyan inancında akla aykırı hiçbir şey yok..

Ve kolları sıvayıp işe girişmiş. İlk olarak demiş ki, Tanrı’nın varlığını ispat edelim. Bunun için de tam beş tane delil bulmuş. Tabi yine Aristo’dan faydalanarak..

İlk ispatı ilk hareket ettirici. Bu dünyada her şey bi şekilde hareket ediyor. Hareket derken kastettiği sadece fiziksel anlamda yer değiştirme değil. Varlıkların değişmesini de bir hareket olarak ele alıyor. Her hareket edeni bir başka hareket ettiren var.

Mesela dünya dönüyor değil mi? Tabi o dönemde dünyanın sabit olduğuna inanılıyordu. Yine Aristo’dan dolayı. Ama anlamanız için söylüyorum. Dünya dönüyor, dünyayı güneş döndürüyor, yine güneş başka bir yıldızın etkisiyle hareket halinde. Güneşi döndüren yıldız da daha büyük bir yıldızın etkisiyle dönüyor. Böyle böyle gider bu. Ama tabi bu sonsuza kadar gidecek değil. Bir yerde durması lazım ve kendisi hareket etmeyen bir ilk hareket ettiriciye ulaşmamız lazım. İşte bu hareket etmeyen ilk hareket ettirici Tanrı’dır..

İkinci ispatı ilk sebep. İlk delile biraz benziyor. Bu dünyada her şeyin bir sebebi var. Yine böyle geriye doğru gidersek, nihayetinde ilk sebebe ulaşırız. İşte bu ilk sebep Tanrı’dır.

Üçüncü ispatı zorunluluk. Her olayın olması için bir zorunluluk lazım değil mi? Mesela bir çiçeğin yetişmesi için toprak zorunlu. Toprağın verimli olması için uygun iklim şartları zorunu. Uygun iklim şartları için dünyanın güneşe uygun uzaklıkta olması zorunlu.. İşte böyle böyle geriye doğru gittiğimiz zaman yine Tanrı’ya ulaşırız. Yani kendisi hiçbir zorunluluğa bağlı olmayan zorunlu varlığa.

Dördüncü ispatı da mükemmellik. Yine geriye doğru gidiyoruz. Bu dünyada diyelim ki çok güzel bi şey gördün. Mesela bi doğa manzarası. Bu doğa manzarasından daha güzel olan bir başka doğa manzarası bulabilirsin. Ondan da daha güzel olan mesela tarihi bir bina. Ondan da daha güzel olan başka bir şey vardır mutlaka. Böyle böyle en güzele doğru, mutlak güzele doğru, yani mükemmele doğru ulaşırsın. Öyle bi yere gelirsin ki, artık ondan daha üstünü, daha mükemmelini bulamazsın. İşte bu en güzel, en üstün, en mükemmel olan Tanrı’dır.

Beşinci ispatsa amaç.. Bu ispatta geriye doğru gitmiyor. Bu dünyada her şeyin bir amacı var. Hem canlıların hem de cansızların. Canlılar bilinçli bir şekilde bu amaçlarını yerine getiriyor ama cansızlar bilinçsiz bir şekilde bunu yapıyor. Mesela güneşin amacı bu dünyayı aydınlatmak ve ısıtmak. Bi tohumun amacı ağaç olmak. Demek ki bu canlıların bu amaca uygun hizmet edecek şekilde davranmalarını sağlayan bir varlık var. Bu varlık da Tanrı’dır..

Gördüğünüz gibi Tanrı’nın varlığını kendince farklı yollardan ispat ediyor.

Ha devam olarak da diyor ki, Tanrı’nın varlığını ispat ettikten sonra Tanrı’nın özellikleri hakkında konuşabiliriz. Ancak Tanrı’nın hangi özelliklere sahip olduğunu söyleyemeyiz. Daha çok onun “ne olmadığı” üzerinde durabiliriz. Çünkü biz Tanrı’nın özünü hiçbir zaman tam anlamıyla kavrayamayız.

Mesela Tanrı maddi değildir, sınırlı değildir, Tanrı değişmez, Tanrı’nın içinde herhangi bir potansiyel yoktur, çünkü potansiyel değişim demektir. Tanrı bileşeni olmayan tek parça bir varlıktır. Yani karmaşık değil, basit bir yapısı vardır. Çünkü Tanrı’nın birleşen parçalardan oluşması demek onun sonradan meydana gelmesi demektir ki, Tanrı kesinlikle ezelidir. O yüzden Tanrı’nın bir bedeni de yoktur çünkü beden demek parçalardan oluşmak demektir.

Buna tabi şöyle itirazlar geliyor : Bu kadar basit bir varlığın bu kadar çok şeyi, yani her şeyi bilmesi mümkün mü ? Yani tam tersine çok daha karmaşık bir yapıya sahip olması gerekmez mi ? Buna Akinolu şöyle cevap veriyor : Tanrı bilgiyi insanlar gibi sonradan ve de parça parça edinmez. O bilgi zaten onun özündedir, kendisindedir. Yani ta ezelden beri o bilgi onunla beraberdir ve onun bilgisi tek parçadır, farklı farklı bileşenlerden oluşmaz. Yani şimdi mesela senin İngilizce bilgin ayrı bir parçadır, matematik bilgin ayrı bir parçadır değil mi? Ama Tanrı’da öyle değil. Onun bütün bilgisi tek parçadır.

Yani onun bilgisi, insanlardaki gibi, ondan ayrı bir varlık değildir. Mesela biz matematik bilmiyorsak, matematik bizden ayrı bir varlıktır. Ama Tanrı’da bu böyle değil. Onun bilgisi onun özünde ta ezelden beri mevcuttur.

Tanrı kendi özünü mükemmel bir şekilde anlar. Ve böylece her şeyin bilgisine de sahip olur. Çünkü gelmiş geçmiş bütün bilgiler Tanrı’nın özünde mevcuttur. İşte Tanrı’nın bu bilgisine biz Tanrı’nın sözü diyoruz. Yani Logos. Ve daha sonra bu Logos, yani Tanrı’nın sözü insan şeklinde enkarne olmuş ve İsa Mesih şeklinde insanların arasına gelmiştir.

Akinolu Thomas Tanrı hakkında düşünürken ve felsefe üretirken bazen gerçekten de ilginç şeyler söylüyor yalan değil. Mesela diyor ki, Tanrı’nın iradesi vardır. İradesinde tamamen hürdür. Yani istediğini yapar. Tanrı’nın iradesiyle gerçekleştirdiği eylemin “gerekçesi” olabilir ama “sebebi” olamaz..

Bak görüyo musun? Burda gerekçe ve sebep arasındaki farka giriyor. Gerekçe nedir? Gerekçe kişinin kendinden kaynaklanan bir durumdur. Yani dışardan kaynaklanan bir durum değil. Mesela şöyle dersen gerekçe olur: Kalın giyiniyorum çünkü üşüyorum.. Anladın? Üşümek seninle alakalı bir durum. Bu yüzden üşümek senin kalın giyinmenin gerekçesi...

Sebep olayı ise dışsal bir olayın sonucudur. Mesela şöyle dersek: Kalın giyiniyorum çünkü hava soğuk. Anladın? Havanın soğuk olması seninle alakalı bir olay değil. Bu yüzden havanın soğuk olması senin kalın giyinmenin nedenidir.. Ya da sebebidir..

Yani gerekçe senden kaynaklanır, sebebse dış faktörlerden kaynaklanır. Mesela biraz beyin jimnastiği yapsak ve size şöyle bir soru sorsam: Niçin elbise giyiniyorsunuz? Yani çıplak sokakta dolaşmıyorsunuz? Cevap olarak şöyle derseniz: Çünkü çıplak dolaşırsam toplum beni dışlar, ayıplar, timarhaneye ya da hapse tıkar. Bak bu sebebtir. Ama şöyle dersen: Çıplak dolaşmaktan utanırım. Bu bir gerekçedir. Çünkü utanmak sizinle alakalı bir durumdur..

Hadi siz de kendi hayatınızdan ve çevrenizden bu gerekçe ve nedenlere örnekler bulun. Zevkli bir faaliyet gerçekten de. Mesela dersen ki, kitap okuyorum çünkü bilgilenmek istiyorum. Bu bir gerekçedir. Sizden kaynaklanır. Ama şöyle dersen: Kitap okuyorum çünkü kitap beni bilgilendiriyor. Bu da bir sebeptir..

Bak ben de sevdim bu işi valla. Bak.. Bi tane daha: Spor yapıyorum çünkü sağlıklı yaşamak istiyorum. Bu bir gerekçedir. Spor yapıyorum çünkü kızlar spor yapan erkeklere bayılıyor. Bu da bir sebeptir..

Evet arkadaşlar bu gerekçe sebep ayrımını iyi bilirseniz eğer, insanları ikna etmede önemli bir koz elde etmiş olursunuz. Siyasetçiler, pazarlamacılar ve manipülatörler genellikle bu gerekçelere yönelir. Yani hedef kitlenin kişisel ihtiyaçları neler? Kendisi kişi olarak ne istiyor? Satacağı mal, ya da uyguladığı siyaset onun hangi kişisel ihtiyaçlarını giderecek? Ona ne hissettirecek? Onun hayatında neyi değiştirecek?

Nedenler yerine gerekçeleri ön plana çıkardığınız takdirde hedef kitlenin ürünle kişisel bir bağ kurması çok daha kolaylaşır..

Mesela diyelim ki birine bi kitap satıyorsun. Bu kitap seni bilgilendirecek dersen, bu sebep olur ve etkisi düşüktür. Çünkü kaynak kişinin dışındadır. Ama şöyle dersen: Bilgi sahibi olmak istiyorsan bu kitabı okumalısın. Bak işte bu o kitabı almak için bir gerekçedir.. Ve de etkisi çok daha büyüktür...

Ya da mesela bir siyasetçi dese ki: Bu çıkardığımız kanun sayesinde enflasyon düşecek. Bu dışsal bir olaydır, yani sebeptir ve ikna etme etkisi düşüktür. Ama dese ki, bu kanun sayesinde hayat ucuzlayacak, daha az parayla daha çok şey satın alabileceksiniz.. Bak bu bir gerekçedir ve ikna etme etkisi çok daha fazladır. Halbuki bunların her ikisi de aynı anlama geliyor..

Ya da karşı cinsi etkilemek istiyorsunuz mesela.. Şöyle derseniz bir neden olur ve etkisi azalır: Ben sana heyecanlı anlar yaşatacam. Çünkü olay dıştan geliyor. Ama şöyle dersen: Benim sayemde inanılmaz heyecanlar yaşayacaksın. Bak bu gerekçe... Hangisi daha etkili olur sizce?

Bakın bu gerekçe ve neden olayını biraz fazlaca anlattım. Çünkü diyolar ya hep felsefe gerçek hayatta ne işimize yarayacak? Bak işte bu işe yarayacak. 800 sene önce yaşamış bir Ortaçağ filozofu sayesinde insanları ikna etmek için bir yöntem öğrendin..

Ya ben de bazen var ya lafa dalıyorum, uzatıyorum, konudan sapıyorum. Ne anlatıyordum ben? Ha evet Akinolu Thomas.. İşte bu Akinolu Thomas demiş ki... Tanrı’nın yaptığı şeylerin “gerekçesi olur” ama “sebebi olmaz”...

Herhalde yukardaki örneklerden sonra bu ifade sizin için az çok anlaşılır olmuştur. Tanrı eylemlerini kendi iradesi, bilgeliği ve iyiliğinden dolayı yapar. Yani dışsal bir faktörden etkilenmez. Çünkü dışsal bir faktörden etkilenmek, bir eksiklik, bir acizlik ifade eder ki, Tanrı için bu düşünülemez bile..

Tanrı’da öz ve varlık  birdir. Akinolu Thomas’ın söylediği bir başka önemli konu.

Şimdi bu konuyu biraz açıklamak lazım. Çünkü felsefede “öz” kavramı önemli bir kavram..

Öz nedir? Bir varlığın o varlık olması için gereken asgari şartlar, artı o varlığın var oluş amacı...

Karışık oldu biraz biliyorum ama bi kaç örnekten sonra anlıcaksınız..

Mesela bir ağacı ele alalım. Bir varlığa ağaç diyebilmek için gereken asgari şartlar neler? Kökü olacak, gövdesi olacak, dalları olacak. Öyle değil mi? Peki ağacın amacı ne? Fotosentez yapıp dünyaya oksijen vermek. İşte bak bu ağacın özü: Kok, gövde, dallar ve de fotosentez yapmak..

Mesela bi masanın özü ne? Yani bi varlığa masa diyebilmemiz için gereken asgari özellikler neler? Ayakları olacak, yerden belli bir yükseklikte olacak, üzerinde düz bir yüzey olacak. Masanın amacı insanlara faydalı olmak, yani onlara kolaylık sağlamak. Üzerinde yemek yenmesini, kitap okunmasını yazı yazmasını sağlamak. Bu da masanın özü.

İnsanın özü ne peki? Her şeyden önce düşünebilme ve akıl yürütebilme yetisi. Bundan başka, baş ve gövde. Kol bacaklar öze dahil değil. Çünkü kolları bacakları olmayan insanlar da halen insan diye nitelendiriliyor öyle değil mi? İnsanın amacı ne peki? Hem Aristo hem de Akinolu’ya göre mutlu olmak..

Öz, yani cevher gereken asgari şartlar. Geri kalan her şey bu öze sonradan eklenen özellikler. Yani arazlar. Mesela senin saçın öze dahil değil. Göz rengin öze dahil değil. Hatta gözlerin bile dahil değil. Çünkü iki gözü de olmayan insanlar var ve bunlar halen insan..

Anladın mı öz olayını? E artık anla bi zahmet. Bu kadar örnek verdik.

Şimdi, özden başka bir de varlık kavramı var. Nedir? Herhangi bir varlığın özünde var olmak yer almaz. Mesela bi elma özü bizim zihnimizde vardır. Elma olsa da vardır, olmasa da vardır. Öyle değil mi? Yani dünyadaki bütün elmalar ve elma ağaçları yok olsa da o elma özü bizim zihnimizde var olmaya devam eder.

Yani varlık öze dahil değil..

Bunun bir tek istisnası var: TANRI..

Tanrı’nın özünde var olmak da vardır. Yani zihnimizdeki Tanrı özünün aynı zamanda var olması da gerekir. Yoksa o öz eksik bir özdür. Mesela ateistlerin kafasındaki Tanrı özü eksiktir. Onların kafasında bir Tanrı özü var. İnansalar da inanmasalar da var. Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten... Ama var olmayan bir Tanrı. İşte Akinolu Thomas’a göre bu öz eksik bir özdür... Yani kısaca Tanrı’nın var olmaması gibi bir olay düşünülemez..

Yani Tanrı zorunlu varlıktır. İslami terimle söylersek: Vacibil Vücud.. Yani Tanrı’nın var olmaması düşünülemez. Diğer bütün varlıkların olmama ihtimali vardır, yani mümkün varlıktır hepsi de. Mesela dünyadaki bütün ağaçlar yok olabilir, insan nesli tükenebilir, bütün bilgisayarlar ve cep telefonları ortadan kalkabilir. Ama Tanrı asla yok olamaz. Hatta Tanrı’nın kendisi bile kendi kendini yok edemez.. Anladın?

Ha işte.. Şimdi Akinolu diyor ki, Tanrı bütünüyle özden ibarettir.

Niye böyle diyor peki? Çünkü yukarda dedik ya, özün dışındaki bütün özellikler o özün üzerine sonradan gelmiştir. Mesela senin saçın sonradan gelmiştir. Zamansal olarak değil tabi. Metafiziksel olarak. Yani senin özüne sonradan eklenmiştir. Önce senin özün yaratılır. Baş gövde.. Daha sonra ise arazlar eklenir..

Ha işte, Tanrı’da sonradan ekleme diye bi şey söz konusu olamaz. O yüzden Tanrı’da araz yoktur. Çünkü araz olması ona sonradan özelliklerin eklenmesi demektir ki, bu da değişim demek. Tanrı’da ise hiç bir şekilde değişim olmaz. Çünkü değişimin olması ya onun daha iyi olması demek, ki bu mümkün değil, çünkü Tanrı her yönüyle mükemmeldir. Ya da daha kötü olması demek ki bu da mümkün değil, Tanrı’da hiç bir eksiklik bulunamaz..

Her neyse arkadaşlar.. Kısaca Akinolu demiş ki, Hristiyanlık inancı akla uygun bir inançtır ve biz bunu akıl yoluyla ispat edebiliriz. Yukarda anlattıklarım onun felsefesinin bir özeti. Bundan başka mesela kötülük sorununa değinmiş. Kötülüğün kendisi bir varlık olarak yoktur demiş. Kötülük iyiliğin eksikliğidir demiş. Kötü olan bi şey yok bu dünyada. İnsanların onu kötüye kullanması var sadece. İnsanlar genellikle kötülüğü iyilik yapmak amacıyla yapar, ama sonuç kötü olur demiş. Yani kötülük yaparken iyilik yaptıklarını zanneder.

Bunların dışında Hristiyanlıktaki yasakları da akılla ve mantıkla açıklamaya çalışmış. Mesela zina yasaktır demiş, çünkü çocukların eğitimi için babanın çocukların başında bulunması gerek. Anne çocukları terbiye edemez çünkü hem yeterince akıllı değildir hem de gerektiğinde çocukları cezalandırmak için gereken fiziksel güce sahip değildir. Hele bir de onun ensest yasağını açıklamak için getirdiği bir argüman var ki evlere şenlik: İki kardeş evlendiği zaman hem kardeş sevgisi hem de karı koca sevgisi birleşir ve aralarında çok fazla sayıda cinsel ilişki olur. Cinsel ilişki biliyorsunuz Katolik inancında çok hoş görülen bi şey değil. Sadece üremek için yapılır. Zevk almak için değil.

Her neyse arkadaşlar. Bu yazı da bu kadar. Bu yazı biraz uzun oldu, sıkıldıysanız söyleyin biraz kısaltalım. Hadi kalın sağlıcakla..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUŞKUCULUK

PLATON II - İDEALAR

HERAKLİTOS