DUNS SCOTUS
Evet sevgili dostlar..
Bugün de sizlere Skolastik dönemin bir başka büyük filozofu Duns Scotus’u
anlatalım diyorum. Scotus 1270 yılında İskoçya’da doğdu. Daha sonra Paris’e
yerleşti. 1308 yılında da orda oldu. 38 gibi genç bir yaşta yani..
Scotus
Fransisken tarikatına mensup bir din adamı ve filozof. Diğer Fransisken din adamları
gibi akıldan ziyade inanca önem verdi. Dominikan rahip Akinolu Thomas’la tartışmalar yaptı.
İlk olarak ortaya
lekesiz doğum teorisini attı. Neydi bu? Hani Hristiyan inancına göre bütün
insanlar doğuştan günahkar doğuyor ya, Adem ile Havva’nın işlediği ilk günahtan
dolayı.. Ha dedi işte.. Hz Meryem bundan arınmıştır. Yani o bi istisnadır.
Tanrı annesi günahkar olarak doğamaz dedi. Ancak Akinolu Thomas buna karşı
çıktı. Meryem de diğer insanlar gibi günahkar doğmuştur, İsa Mesih onu da
kurtarmıştır dedi.. Her neyse bunlar tartıştılar bi müddet. Tartışma onlar
öldükten sonra da devam etti, ama sonunda Scotus’un taraftarları galip geldi.
Kilise 1854 yılında Scotus’un görüşünü resmi dogma olarak kabul etti. Yani
Meryem ana diğer insanlardan farklı olarak günahsız bir şekilde doğmuştur
dedi..
Her neyse
bu Scotus’un teolog, yani din adamı tarafı.. Biz gelelim onun filozof
tarafına..
Scotus’un
felsefeye getirdiği en önemli yenilik şu.. Scotus demiş ki: Öz ve varlık
aynıdır…
Şimdi ne
demek bu? Daha önceki Skolastik filozoflar, özellikle de Akinolu şunu iddia
ediyordu: Tanrı haricindeki varlıkların varlığı, onların özüne dahil değildir..
Yani mesela
bizim zihnimizde bir ağaç özü var değil mi? Nedir bu? Kökü olacak, gövdesi
olacak, dalları olacak… Yani ağacı ağaç yapan, onu diğer varlıklardan ayıran
özellikleri neler?
Akinolu
buna cevap olarak demiş ki işte, ağacın varlığı onun özüne dahil değildir. Yani
dünyadaki bütün ağaçlar yok olsa bile, o ağacın özü bizim zihnimizde var olmaya
devam eder..
Scotus buna
karşılık demiş ki, hayır, ağacın varlığı da öze dahildir. Yani herhangi bir
şeyin özü bizim zihnimizde var evet ama, onun bu özüne, yani onu diğer
varlıklardan ayıran özelliklerine onun var olması da dahildir. Zihnimizdeki öze
onun var olması dahil değilse, o yanlış bir özdür..
Sonuç
olarak demiş ki, eğer dünyadaki bütün ağaçlar yok olursa, o zaman bizim
zihnimizdeki o ağaç özü de kaybolur..
Şimdi
tabiki bu felsefe geyik olsun diye yapılmış bir felsefe değil. Ciddi sonuçları
olmuş. Yüzyıllar sonra hatta günümüzde dahi bu felsefenin izlerini bulabiliriz.
O açıdan önemli bir felsefe ve anlamanızda yarar var..
Şimdi
varlık öze dahil olduğu zaman ne oluyor? Ne oluyor biliyo musunuz? O zaman beni
ben yapan özelliklerim de benim özüme dahil oluyor.. Yani beni diğer insanlardan
ayıran kişisel özelliklerim.. Neler bunlar? İşte benim saç rengim, göz rengim,
benim psikolojik yapım.. Bunların hepsinin toplamına haecceti demiş…
Daha
öncekiler, mesela Aristo, ne diyordu? İnsan insan olduğu için değerlidir. Yani
insan türüne ait olduğu için. Onun kişisel özellikleri hiçbir şey. O yüzden sen
tek başına hiçbir şeysin. Sen ait olduğun gruba göre değer kazanırsın. İnsan
türüne ait olduğun için değerlisin tamam ama, sadece bu yetmez. Senin ait
olduğun klan, kabile, aile, grup.. Her neyse.. Bunların hepsi senin değerini
belirlemede rol oynar… İşte bütün bunların kaynağı olan felsefi görüş de şu:
“Varlık öze dahil değildir..” .. Anladın?
Şimdi Scotus
varlığı öze dahil edince burdan çıkan sonuç ne olmuş? Her insan biricik, eşsiz
ve özeldir demiş… Sadece insan değil diğer varlıklar da öyle..
Ve bu da
Tanrı’nın muhteşem, sınırsız ve benzersiz gücünün en büyük delilidir
demiş… Tanrı her bireyi yaratırken özel
olarak ve tek tek ilgilenmiş.
Ve bu da
bireyselleşme dediğimiz akımın gelişmesine sebep olmuş… Bireysellik olayı…
Bu
bireyselleşme dediğimiz olay sanayi devrimiyle beraber artmaya başlamış ve
günümüz postmodern toplumunda zirve yapmıştır.. Hem bi şeyler getirmiş, hem de
götürmüştür…
Bak
mesela.. Sanayi devriminden önce insanların çoğu köylerde yaşardı, tarımla
uğraşırdı. Tarım toplumunda bireyselleşmek imkansızdır.. Çünkü her birey,
tarladan toplanan ürün gibi, o aşiretin malıdır… Bütün ürün toplanır, ortak
şekilde ambarda biriktirilir, o ürünle ne yapılacağına büyükler karar verir..
Ancak
sanayi devrimi yapılınca, her birey, tek tek kendi maaşlarını alıp ekonomik
özgürlüğünü kazanınca artık insanlar yavaş yavaş kendilerinin özgür bir birey
olduklarının, artık kimseye muhtaç olmadıklarının farkına vardılar..
Bu da
haliyle, toplumda, siyasette, sanatta büyük değişimler getirdi..
Mesela
sanatçılar, artık kendi kişisel tarzlarını geliştirmeye başladılar. İnsanlar
daha özgür bir şekilde fikirlerini söylemeye başladılar. Kendi paralarını
nereye harcayacaklarına kendileri karar vermeye başladılar..
Ve bu da
haliyle cinsel özgürlüğü getirdi. Benim
bedenim benim kararım. Onunla ne yapacağıma ben karar veririm. İstediğimle
sevişirim. Çocuk doğurmak zorunda da değilim. Tabi doğum kontrol yöntemlerinin
gelişmesi de bunda önemli bir rol oynadı.
İşte bütün bunların
hepsinin temelinde Scotus’un bu basit felsefesi var: Varlık öze dahildir..
Koyu bir din adamı
olan Scotus felsefesinin buralara kadar geleceğini bilseydi yırtar atardı onu
herhalde.
Tabi bireyselleşme,
özellikle bugün Batı toplumunda pek hoş olmayan şeyleri de beraberinde getirdi.
Bencilliği artırdı. İnsanlar sadece kendini düşünür oldu. Aile bağları, insan
ilişkileri zayıfladı. Gemisini kurtaran kaptan oldu. İnsanlar artık ailesine,
kabilesine göre değil, mesleklerine statülerine göre değerlendirilir oldu.
Tabi bilgiye daha
kolay ulaşılır olması da aslında bireyselliğin artışında önemli bir rol oynadı.
Okuma yazma oranları, eğitim imkanları arttı. Matbaa yaygınlaştı ve kitap
sayısı arttı. Artık bilgi sadece belirli kesimin tekelinde olan bir ayrıcalık
değildi. Bu da insanların değişik görüşleri, değişik kültürleri öğrenmesine ve
bireysel düşüncelerinin oluşmasına yol açtı…
Ayrıca
başka bir ahlaki prensibi daha getirdi. Önceki filozoflar ne diyordu? Varlık
öze dahil değil. Bu da demektir ki, bütün insanlar özünde aynıdır. Yani bir
dilenciyle bir padişah öz olarak aynıdır, aynı değerdedir. Ama Scotus varlık
öze dahildir deyince noldu? O kişinin kişisel özellikleri de o insanın özüne
dahil oldu. Yani bir padişahla dilenci özünde aynı değildir oldu. İnsanın
kişisel özellikleri o insanın değerini belirlemek için de ölçü oldu. Bak bu da
yukarda dediğimiz gibi kişinin maddi durumunu, mesleğini, statüsünü on plana
çıkardı. Bu her zaman vardı tabi. Ye kürküm ye olayı. Ama günümüzde bu olay
zirve yaptı. “Başarı” diye saçma sapan bir kelime icad ettiler ve insanlar için
tek gaye işte bu “başarı” denen olay oldu. Yani süreç odaklı düşünüp hareket
etmek yerine hedef odaklı çalışıp hareket etme esas oldu… Artık çalışıp
çabalayan, emek veren insanlar değil, bir şeyler elde etmiş, bir yerlere gelmiş
insanlar değerli oldu. Buralara nasıl geldiği pek önemli değil..
Yine
varlığı öze dahil etmeyen Aristo ve Akinolu’ya göre bütün insanlar özünde
aynıydı. Dedik ya yukarda. O zaman noldu? Bütün insanlar aslında özünde iyidir.
Onları kötü yapan nedir peki? Çevre şartları, eğitim, ailesi falan filan.. Ama
Scotus’un görüşü beraberinde şunu da getirdi: Kötü insan özünde kötüdür. İyi
insan da iyidir. Yani onlar doğuştan ve yaratılış itibarıyla öyledir. Bu da
haliyle eğitim sistemlerinin, hukuk ve ceza anlayışının da ona göre şekillenmesine
sebep oldu. Daha önce suçluların eğitim ve ıslahı ön plandayken,
bireyselleşmeyle beraber onların toplumdan izole edilmesi ve böylece toplumun
düzenini bozmalarının önüne geçmek esas oldu.
Bak mesela bunun güzel bir örneği bizdeki “eşkıya” kelimesidir. Eşkıya, şaki kelimesinin çoğuludur ve de şaki kelimesi “talihsiz, mutsuz” anlamına gelir.. Yani dağa çıkan o insanlar bahtsız, talihsiz insanlar olarak görülüyordu ve onların ıslah edildiği takdirde doğru yola ulaşacaklarına inanılıyordu. Bu insanların şimdiki adı ne? Terörist.. İngilizcede korku anlamına gelen terör kelimesinden gelir ve “korku saçan” anlamına gelir.. Yani bireyselleşmeyle gelen mentalite değişikliğine güzel bir örnek gerçekten de..
Ya da başka güzel bir
örnek.. Avrat kelimesi vardır Anadolu’da.. Kadın anlamında.. Avrat kelimesi,
aslı avrettir, Arapçadan geçme bir kelimedir, ve örtülmesi, gizlenmesi gereken
anlamına gelir. Daha sonra, şehirleşmeyle beraber bu kelime unutuldu ve “kadın”
kelimesi yaygınlaştı. Eski Türkçedeki kraliçe anlamına gelen “katun”
kelimesinden türeme. Tıpkı “hatun” kelimesi gibi.. Yani her kadın bir kraliçe..
Her kadın özel… Bireyselleşme.. Anladın?
Her neyse.. Dediğim
gibi, bu bireyselleşme denen olayın getirileri de oldu, götürüleri de. Mesela
işçiler haklarının olduğunu farketti. Yani onlar sesi soluğu çıkmayan köleler
değildi. Bir bireydi ve hakları vardı. Bunun için sendikalar kurdular, grevler,
gösteriler organize ettiler ve ciddi hakları elde ettiler.. Bir sol hareket ve
sol kültür oluştu..
Bütün bunların
yanısıra, modern çağlarda değişmez öz ve cevher anlayışından da vazgeçildi.
İnsanın kimliğinin sürekli değişen bir yapıya sahip olduğu, yani bir süreç
olduğu kabul edildi ve kişisel gelişim, kendini geliştirme ön plana çıktı. Yani
toplumun en alt tabakasından bi insan yükselerek en üst yerlere gelebilirdi.
Öyle eskisi gibi, köle doğanın yedi sülalesi köle olur anlayışı kalmamıştı
artık. Şu kişisel gelişim kitaplarının rekor sayıda basılıp satılmasının sebebi
de bu olsa gerek…
Yani şu kadarcık bir
felsefenin, varlık öze dahildir demenin bu kadar büyük sonuçları olacağını Scotus’un
kendisi bile tahmin edemezdi herhalde…
Her neyse arkadaşlar..
Bugün de sizlere Skolastik dönemin bir başka önemli filozofunu, Sçotus’u
anlattık. Gelecek yazıda bir başka filozofu anlatmak üzere sağlıcakla kalın..
Hepinizi seviyorum..
Yorumlar
Yorum Gönder