ATOMCULAR

 



 

Evet arkadaşlar.. Yine felsefe tarihine ait bir yazıyla karşınızdayız. Bu yazımızda atomcuları yani Leucippus ve Demokritos’u inceliyecez. Bu iki filozofu ayrı ayrı da inceleyebilirdik ama, hem ikisinin söyledikleri birbirlerine çok benzediği için hem de ikisinin sözleri birbirlerine çok karıştığı için ikisini de tek bir yazıda incelicez.

Şimdi, Leucippos MÖ 400lü yıllarda Milet’de doğuyor. Ordan Güney İtalya’ya gidip dersler alıyor. Sonra da Trakya’daki Abdera şehrine yerleşiyor. Diğer atomcu Demokritos’da işte bu şehirde Leucippos’un öğrencisi oluyor.  

Demokritos’ise MÖ 460 yılında doğuyor ve MÖ 360 yılında Abdera şehrinde ölüyor. Adam tam bir asır yaşamış yani. Yukarda söylediğimiz gibi, Leucippus’un öğrencisi. Zengin bir aileden geliyor ve de kendisine de oldukça da yüklü bir miras kalıyor. Ancak bilgi edinmek için bütün dünyayı geziyor ve servetini de bu uğurda tüketiyor. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı derler ya hani. İşte bu Demokritos üstad, her ikisini de yapıyor. Hem geziyor hem okuyor.

Evet, atomcular, Leucippus ve Demokritos, varlık ve oluş problem üzerinde çalışmış, Parmenides’in, yani Eleacı okulun bu konuyla ilgili görüşlerine cevap vermişlerdir. Parmenides yazımızı okumayanlar için burda kısaca hatırlatalım. Parmenides özetle demişti ki: Varlık varsa eğer, yokluk yoktur. O zaman herhangi birşeyin yoktan var olmasına, ya da varken yok olmasına da imkan  yoktur. Öyleyse değişim diye bişey de yoktur. Çünkü birşeyin değişmesi demek, yoktan var olma ya da varken yok olma demektir. Mesela senin saçın iki santim uzadı diyelim. O iki santim saç daha önce yoktu. Demek ki yoktan var oldu. Bu da imkansız. Bizim değişim zannettiğimiz herşey aslında duyu organlarımızın bizi aldatması demek. O yüzden de duyu organlarımızla algıladıklarımız, yani gördüklerimiz, duyduklarımız tamamen asılsız, değersiz ve güvenilmez şeyler.

Parmenides yine demiş ki, hareket de yoktur. Varlık aynı zamanda da birdir ve bölünemez.

Neyse işte.. EmpedoklesAnaksagoras ve de atomcular buna karşı çıkmışlar ve demişler ki, değişim vardır ve herhangi bir değişim yoktan var olmayla değil, temel unsurların bir araya gelmesi ve ayrılmasıyla oluşur. Nedir peki bu temel unsurlar? Empedokles’e göre dört element, yani toprak, su, hava ve ateştir.. Anaksagoras’a göre ise spermatalar, yani tohumlardır. Detaylı bilgi için ilgili yazıları okuyabilirsiniz..

Atomcular da yine Parmenides’in  fikrine karşı çıkmış ve aynı şekilde demişler ki, maddelerin oluşumu, değişimi, yok oluşu vs.. Hepsi de temel parçaların birleşmesi, eksilmesi ya da birbirlerinden ayrılmasıyla oluşur.. Ve de bu temel parça “ATOM” dur…

Haliyle bu görüşün bilimsel görüşe en yakın görüş olduğu açıktır. Bugün bilimsel çalışmalar sayesinde maddelerin atomlardan meydana geldiğini kesin olarak biliyoruz. Ama insanlığın atom fikrine gelmesi öyle kolay olmadı. İster inanın ister inanmayın ama, taa 17. Yüzyıla kadar insanlar dört elemente, yani ateş, toprak, hava ve suya inandılar.

Her neyse.. Şimdi Anaksagoras demişti ki, bir maddeyi sonsuza kadar bölebilirsin. Bölünmeler sonunda oluşan en küçük parça dahi o maddenin özelliklerini taşır. Atomcularsa demiş ki, evet bir maddeyi çok kere, belki milyon, belki trilyon kere bölebilirsin. Ama öyle bir noktaya gelirsin ki artık onu bölemezsin. İşte bu bölünemeyen temel yapıtasına “a-toma" ismini vermiş. Toma bölünme demek. Atoma ise bölünemez demek. Baştaki a harfi olumsuzluk eki veriyor yani. Ateist gibi, asosyal gibi, aseksüel gibi…

Bugün biz atomların bölündüğünü biliyoruz. Proton ve nötronlarına ayrılıyor. Hatta onlar da bölünüp lepton, kuark gibi atomaltı parçacıklara ayrılıyor. Peki bu durumda Demokritos haksız mı çıktı? Tabi ki hayır. Demokritos’un atom derken kastettiği maddenin bölünemeyen en son haliydi. Yani şimdiki bilgimizle bu atom altı parçacıklar. Yani bugünkü bilimin atom deyince kastettiğiyle Demokritos’un atomdan anladığı farklı şeyler…

Yine Parmenides ve onun takipçilerinin, yani Eleacı okulun öne sürdüğü başka bir tez de şuydu: Boşluk yoktur. Empedokles ve Anaksagoras bu görüşü olduğu gibi almıştır ve onlarda boşluğu reddetmişlerdir.

Demokritos ise boşluğun varlığını kabul etmiştir ve demiştir ki: Varlık dediğimiz şeyin içinde boşluk olamaz, bu doğru. Yani atomların içinde boşluk yoktur. Ama bu atomların dışında, onları birbirinden ayıran bir boşluk vardır. Ama bu boşluğu “varolmayan“ diye adlandırmak doğru değildir. Boşluk sadece “dolu olmayan“ demektir ve de gerçektir. Varlıkları çoklaştıran, birbirinden ayıran da işte bu boşluktur. 

Böylece atomcular boşluğun gerçek olduğunu, yani bir şeyin bir cisim olmaksızın da var olabileceğini kabul eden ilk insanlar olmuşlardır.

Şimdi bu atomların özellikleri neydi? Herşeyden önce bu atomlar ezeli ve ebedidir. Yani yoktan var olmamışlardır, her zaman vardırlar ve hiçbir zaman da yok olmayacaklardır. Haliyle bu durumda zaman kavramının olmadığı bir boyutu da kabul etmek zorundayız.

Atomların hiç bir zaman meydana gelmediği ve de hiçbir şekilde yok edilemeyeceğini düşünürsek ortaya şu sonuç çıkıyor: Kainattaki atom sayısı sabittir ve değişmez. Yani kainattaki madde miktarı da sabittir. Maddenin korunması ilkesi.. Kütlenin korunması diye de bilinir.

Bundan başka bu atomlar bölünemez, parçalanamaz, içlerine nüfuz edilemez. Kendi içinde homojendir. Ve bu atomlar değişmez. Atomun içinde hareket de yoktur. Bütün bunlar aslında Parmenides’in BİR’inin özellikleridir.

Ama atomlar hareket edebilirler, yani yer değiştirebilirler. İşte varlıkların ortaya çıkışı, yok oluşu, değişmeleri.. Bunların hepsi bu atomların bir araya gelip ayrılmalarıdır sadece.

Bunlara örnekler vermemize gerek var mı? Mesela bugün hepimiz biliyoruz, ki, su, iki hidrojenle bi oksijen atomunun birleşmesiyle oluşuyor. Ya da aldığımız nefes iki oksijen atomunun birleşmesiyken, verdiğimiz nefes de bi karbon atomuyla iki oksijen atomunun birleşmesi.

Hazır yeri gelmişken sizlere gözlemlediğim ilginç bi olayı aktarayım. Hidrojen yanıcı bi madde. Oksijen ise yakıcı. Yani yanma olayının gerçekleşmesi için oksijen şart. Şu mumun üzerine bardağın kapatıldığı meşhur deneyi hatırlayın. Ve yanıcıyla yakıcı birleşince ortaya söndürücü, yani su çıkıyor. Sizce de ilginç değil mi?

Demokritos’a göre bu atomların niteliği yoktu. Yani soğukluk, sıcaklık kuruluk, yaşlık falan.. Hiç bir özellikleri yoktu. Bu özellikler ancak onların birleşmesinden sonra ortaya çıkan özelliklerdi. Ama atomların büyüklükleri ve şekilleri vardı, ve hem atomlar hem de şekilleri sonsuz sayıdaydı.

Atomların bazısı düz, bazısı yuvarlak, bazısı küre.. Kimi küp seklinde kimi kancalı.. Yani say sayabildiğin kadar. Daha gider bu böyle. Yani dünyadaki varlıklar farklı farklıysa ve atomlar da değişmeyen varlıklarsa, o zaman haliyle bu atomların şekillerinin de farklı farklı olması gerekir değil mi?

Evet.. Şimdi gözümüzün önünde canladıralım. Sonsuz bir boş uzay. Ve bu uzayda hareket eden sonsuz sayıda farklı farklı atomlar. Bu atomlar sürekli hareket halinde ve birbirleriyle birleşerek varlıkları oluşturuyor..

Ve işte burda bi sorun ortaya çıkıyor.. Bu atomları harekete geçiren güç nedir? Empedokles mesela hareketin kaynağı olarak aşk ve nefret demişti. Anaksagoras ise nous, yani evrensel akıl demişti. Atomcularda ise bu soru boşluktadır. Yani buna tam, açık bir cevap vermemişlerdir. Öyle anlaşılıyor ki Demokritos hareketi atomların doğal bir özelliği olarak almaktadır. Yani atomların hareketinin herhangi bir başlangıcı yoktur. Onlar herzaman hareket halindeydiler.

Bu sorunu daha sonra gelen bir başka atomcu filozof Epiküros çözmüştür. Atomların bir ağırlığı olduğunu ve bu ağırlıkla beraber sonsuz uzayda yukardan aşağı düştüğünü söylemiştir. Demokritos ise atomların ağırığı olduğunu kabul etmiyordu. Ona göre atomların sadece şekli ve büyüklüğü vardı.

Şimdi, Demokritos’a göre atomların hareketleri, çarpışmaları vesaire mekanikti. Yani herhangi bir amaca yönelik değildi.

Bu noktayı anlamanızda yarar var. Kainattaki hareket filozoflar tarafından iki farklı şekilde yorumlanmış. Yani “neden hareket var?” sorusunu sormuşlar..

“Neden?” sorusunu sorduğumuz zaman iki şeyden birini kastederiz:

-             Hangi amaçla bu olay gerçekleşiyor? Bu teleolojik bakış açısıdır. Mesela sen hangi amaçla arabana binip yola koyuldun? Cevap: Kadıköy’e gidip alışveriş yapmak amacıyla.. Yani bütün olaylar, davranışlarımız… Hepsi de bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir…

 

-             “Neden?” sorusunun ikinci anlamı da “Hangi sebebten dolayı?“ dir. Bu da mekanik bakış açısıdır. Yukardaki örneği alırsak, hangi sebebpten dolayı arabana bindin? Cevap şu olabilir? Çünkü toplu taşıma çok kalabalık ve rahatsız. Tabi ki her neden başka bir niçin sorusunu gündeme getirir. Toplu taşıma niye kalabalık peki? Çünkü İstanbul’un nüfusu çok fazla. İstanbul’un nüfusu niye fazla peki? Çünkü sanayi İstanbul ve çevresinde kurulmuş. Neden sanayi orda kurulmuş? Çünkü orda deniz var. Peki neden deniz var? Arkeolojik sebepler, toprak kayması falan…

 

Mekanik bakış açısı ise tesadüf ya da rastgelelik olayını ortadan kaldırır ve her olayın bir nedeninin olduğunu söyler. Ve de haliyle ulaşılan her sonuç bir müddet sonra yeni bir neden olur.

 

Gördüğünüz gibi bu nedenler gider gider ve en sonda da artık bir ilk nedene ulaşılması gerekir. Ve bu illk neden genelde ya Tanrı olur, ya büyük bir güç olur, ya da tesadüf olur..

Tabi ki bu ilkçağ filozoflarında böyleydi. Daha sonra döngüsel sebepler zinciri ortaya atılmıştır. Yani dönüp dönüp aynı yere gelme olayı. Kısır döngü yani. Aslında hayat bir kısır döngüdür ama insan hayatı o kadar kısadır ki tekrar başladığı yere gelmesine ömrü yetmez.

Şimdi siz de kainatı bu iki bakış açısından biriyle yorumlayabilirsiniz. Ve de hayatınız ona göre şekillenir. Uzun vadeli bir amaç için mi yaşıyorsunuz? Yoksa günübirlik sebepler mi hayatınızı belirliyor?

İnsanlığın ilk döneminde, yani avcı toplayıcı dönemde, insanlar, bunun farkında olmasalar da hayata mekanik bakış açısıyla bakıyorlardı. Yani gidip avlanıyorum çünkü karnım açıktı. Tarım toplumuna geçtiğimiz andan itibaren teleolojik bakış açısı ağırlık kazandı. Yıl sonunda hasatı kaldırma amacım var ve bu amaçla tarlayı sürüyorum, ekiyorum, suluyorum, gübreliyorum falan..

Bugünkü kapitalist postmodern toplum da bize teleolojik bakış açısını dayatmaktadır. Başlıca amaç ilerde rahat etmek. Bir de toplumdan dışlanmamak. Bu yüzden kredilere, borçlara girip ev araba falan alırız.

İşte atomcular da kendilerinden önceki filozofların aksine dünyaya mekanik bakış açısıyla bakmışlardır. Yani atomların birleşmesi, bir amaca yönelik değil, sebep sonuç ilişkisiyledir. Ve de bu bakış açısı aynı zamanda bilimsel çalışma yönteminin bakış açısıdır.

Atomların değindiği bir başka önemli nokta da duyu organlarının çalışması.. Kendilerinden önceki bazı filozoflar gibi duyu organlarına şüpheyle yaklaşmışlar, ancak onları tamamıyla gereksiz olarak görmemişlerdir. Demokritos’a göre duyu organları cisimlerden gelen atom akıntılarıyla etkileşime girer ve duyum gerçekleşir.

Şimdi burdan yola çıkarsak ortaya şu sonuç çıkar : Bizim algıladığımız renk, koku, ses gibi şeyler cisimlerin özellikleri değil, bizim algımızdır. Çünkü cisimlerle, duyu organlarımız farklı atomlardan oluşur ve algı da bizim duyu organlarımızın cisimlerle etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Yani bizim kırmızı olarak gördüğümüz bir cisim aslında kırmızı değildir. Bizim gözümüz ve beynimiz onu bize kırmızı olarak gösterir. Acı bir biber mesela acı değilldir aslında. Ama dilimiz bize onun acı olduğunu söyler. Çünkü biber çengelli atomlardan, dilimiz ise yuvarlak atomlardan meydana gelir ve bu çengelli atomlar dilimizde bir tahriş meydana getirir.

Bu yüzden de duyu organlarına güvenemeyiz, aklımızı daha fazla kullanmamız ve gerçeklere düşünerek ulaşmamız gerekir. O yüzden de Demokritos bir rasyonalistti. Ancak duyuları doğru yorumladığımız takdirde ise onların bize doğruyu verecek güvenilir kaynaklar olduğunu da kabul ederdi.

Sonuç olarak, atomcuların düşünce dünyasına getirdiği yenilikler şunlardır ;

-             Maddenin korunumu : Kainattaki toplam atom sayısı sabittir. Çünkü hiç bir atom meydana gelmez ve yok olmaz.

-             Nedensellik : Hiçbirşey rastgele olmaz. Her olayın bir nedeni vardır. Bu nedenden olayı oluşan sonuç bir müddet sonra başka bir nedene dönüşür.

 

Bu yazımızla Sokrat öncesi doğa filozoflarını da bitirmiş olduk. Bundan önceki yazılarımızı okuduysanız bilgelik yolunda ufak da olsa bir adım attınız demektir. Aynı zamanda dünyaya bakış açınızın da bir nebze de olsa değişmiş olması gerekir. Gelecek yazımızda sofistleri inceleyip sonrasında da Sokrat’a geçebiliriz… Kendinize iyi bakın…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUŞKUCULUK

PLATON II - İDEALAR

HERAKLİTOS