STOACILIK
Evet arkadaşlar… Bugün de sizlere başka bir
Helenistik felsefe ekolünü, Stoacılığı anlatalım diyorum..
Şimdi Stoacılık MÖ 300 civarında Atina’da
Zenon tarafından kuruluyor, daha sonra Roma imparatorluğu döneminde Seneca,
Epiktetos ve Marcus Aurelius gibi Romalı düşünürler tarafından asıl ününe
kavuşturuluyor.. Yani hem bir Grek hem de Roma felsefesi. Tam 600 sene boyunca,
Hristiyanlığın güç kazanmasına kadar da etkisini sürdürüyor.
Stoacılık, tıpkı diğer Helenistik felsefe
ekolleri gibi mutluluğa yoğunlaşmış bir felsefe. Mutluluğun formülü nedir?
İnsan nasıl mutlu olur, bunu araştırmış ve bunun üzerine kafa yormuş. Çünkü
daha önceki yazılarımızda da söylediğimiz gibi Helenistik dönem bir ümitsizlik
ve bunalım dönemi. Tıpkı günümüzde olduğu gibi..
Son zamanlarda zaten bu Stoacılık yeniden keşfedildi.
Sosyal medyada falan oldukça popüler bi akım…
Ha şimdi, bu girişten sonra Stoacılığı
anlatmaya başlayabiliriz…
Stoacılığı tek cümleyle özetle derseniz eğer
şöyle derim: Bizi mutsuz eden şey, dışsal olaylar değil, bizim onlara
verdiğimiz tepkilerdir…
Evet aynen böyle.. Yani biz iç dünyamızı
düzenleyip, felaketler karşısında metin ve dirayetli olmayı başarabildiğimiz
takdirde mutlu olabiliriz ancak…
Ondan önce Stoacıların doğa ve Tanrı
fikirlerini biraz anlatmak istiyorum. Çünkü bunu anlamadan Stoacı felsefeyi
anlamak biraz zor..
Stoacılara göre Tanrı doğayla içiçedir.
Doğanın her köşesine nüfuz etmiştir. Yani doğa ve Tanrı aslında özdeştir..
Stoacılar deterministik bir evrene inanır.
Şimdiki olanlar, önceki olanların bir sonucudur yani. Ve de evren, önceden
belirlenmiş bir sona doğru ilerler.. Yani Tanrı’nın ve de doğanın bir planı
var. Hiçbirşey rastgele olmuyor.
Tabiat yaşayan, canlı ve de ruha sahip bir
varlık. Bir bütün yani. Ve de var olan herşey bu bütünün bir parçası.
İşte tabiatta ne varsa, tabiatın bu amacına
hizmet etmek için var… İnsan dahil. Sen de dahil yani. Ey bu satırları okuyan…
Ha şimdi… İnsan dışındaki bütün varlıklar
zaten ister istemez bu kurala uyuyor ve de doğanın amacına hizmet ediyor.
İnsan ise buna kısmen hizmet ediyor.. Yani bir
yönden doğanın kurallarına uymak zorunda. Yerçekimi kanunundan kaçamazsın
mesela..
Diğer yönden ise insanın kendi iradesiyle
yapması gereken bir hizmet var ki çoğu insan bunda çuvallıyor. Sadece erdemli
insanlar doğayla uyum içinde yaşayarak doğanın amacına hizmet etmeyi
başarabiliyor.
İşte biz bu insanlara erdemli, dolayısıyla da
mutlu insanlar diyoruz.
Yani Stoacılara göre mutluluğun ve de erdemin
yolu, insanın doğayla uyum içinde yaşaması. Doğanın planına hizmet etmesi.
Her insan, aslında Tanrı’nın amacına hizmet
etmek için vardır bu dünyada. Böyle der Stoacılar. Ve aynı zamanda her insanın
da doğa tarafından belirlenmiş bir amacı var.
Yani senin amacın, ne olacağın, hangi
vazifeye, makama, nereye geleceğin ta önceden belirlenmiş.
Mesela kainatı büyük bi araba fabrikası gibi düşünürsek.. Fabrikada 20 bin işçi var diyelim. Böyle bi fabrikada iki seneye yakın çalışmıştım. Seni de koltuk bölümüne koydular. Araba için koltuk yapıyorsun. Yani senin amacın koltuk yapmak. Ve de senin bu küçük amacın, büyük amaca, yani araba üretimine hizmet ediyor. Ve de fabrikadaki herşey, en ince detayına kadar, bu büyük amaca hizmet etmek için tasarlanmış. Öyle değil mi? Biri motor bölümünde çalışıyor. Biri şase bölümünde. Böyle farklı farklı bölümler var fabrikada.
Tabiatta da aynı bunun gibi; meydana gelen,
olan biten herşey bu büyük amaca hizmet etmek için var. Tanrı’nın planına..
Ve de bunu insan bazında düşünürsek, senin
için de tabiatın belirlediği bir amaç var. Seni bi yere getirmek, bir sona
ulaştırmak istiyor. Ve de tanıdığın her insan, başına gelen iyi kötü her olay,
en ince detayına kadar… Seni bu amaca ulaştırmaya yönelik..
Ha şimdi, bu felsefeyi uyguladığınız takdirde,
hayata, yaşama olan bakışınızın birden bire değişmiş olması lazım. Aslında
başına gelen herşey senin iyiliğin için.. Seni o ulvi amaca ulaştırmak için.
Bak mesela Yusuf peygamberin hikayesi buna
güzel bir örnektir. Ta çocukken babası ona seçilmiş bir insan olduğunu, rabbinin
onu peygamber yapacağını söylüyor. Peşine kardeşleri bunu kuyuya atıyor, sonra
bi kervan onu kuyudan çıkarıp Mısır’a götürüp köle pazarında satıyor, Mısır’ın
önde gelenlerinden birisi onu satın alıyor. Yusuf’taki cevheri farkedip onun
iyi bir eğitim almasını sağlıyor. Daha sonra iftiraya uğrayıp yıllarca zindanda
kalıyor ve en sonunda zindandan çıkıp o piramitleriyle ünlü anlı şanlı Mısır’a
maliye bakanı oluyor.. O zamanın Mısır’ını bugünün Amerika’sı gibi düşünün.
Gördüğünüz gibi Yusuf’un başına gelen bütün
olaylar onu o mevkiye getirmek için..
İşte determinizm denilen olay bu. Amaç önceden
belli ve de hayatınızdaki bütün sebepler sizi o amaca ulaştırmak için.
Aynı olay Musa peygamberde de var. Bunu da
kendiniz araştırabilirsiniz…
Şimdi inançlı ya da inançsız olabilirsiniz ve
bu kıssalara inanmayabilirsiniz. Ama mesele o değil. Mesele kainata bu
felsefenin penceresinden bakabilmek. Olayları bu felsefeye göre yorumlayarak dünyaya ve de kendi hayatınıza değişik bir bakış açısı kazanabilmek..
Kısaca, Stoacılık deterministik bir
felsefedir… Hemen aklınıza gelen o kelimeyi söyleyeyim : Kaderci…
Evet.. Aynen.. Stoacılar, kadere, yazgıya
büyük önem atfeder. Kul kaderini yaşar bahtında ne çıkarsa..
Tabi bununla beraber özgür iradeden de
bütünüyle vazgeçmiş değillerdir bu arada.. Buna daha sonra değineceğiz.
Şimdi, peki bir Stoacı başına gelen kötü veya
iyi olayları nasıl değerlendirmeli ? Bunlara karşı nasıl bir tavır sergilemeli
? İşte yazımızın da zaten ana konusu bu. Stoacı ahlakı..
Herşeyden önce yukarda gördüğümüz gibi,
doğanın bizim için bir planı olduğuna inanıyoruz ve bu plana güveniyoruz.. Bu
bir..
İkincisi.. Girişte de söylediğimiz gibi,
dışsal olayların bizim mutluluğumuz üzerinde hiçbir etkisi yok. Bizim
mutluluğumuz da mutsuzluğumuz da tamamen bizim onlara verdiğimiz içsel
tepkilerden kaynaklanıyor. Mutluluk içimizde yani..
Ve de Stoacılar dışsal olayları ikiye
ayırıyor:
1 – Bizim kontrolümüzde olmayan olaylar:
Yağmurun yağması, güneşin doğması, bir yakınımızın ölmesi.. Sen ne yaparsan
yap, bu olayları engelleyemezsin..
2 – Bizim kontrolümüzde olan olaylar: Bunlar
da gerçekleşmesi için bizim bi müdahelede ya da bi girişimde bulunmamız gereken
olaylar. Mesela baba olmak istiyosan, ya da anne, evlenmen lazım.. (Genel bi
kural değil tabi ki bu). Efendime söyleyim.. Doktor olmak istiyosan tıp
fakültesini bitirmen lazım, kas yapmak istiyosan spor salonuna yazılman lazım..
Hani herşey olacağına varır diye bi laf var
ya. Stoacılara göre bu doğru değil. Bu dünya hayatı bir tiyatro oyunu, ve
herkese Tanrı tarafından bir rol verilmiş. Senin bu rolü en iyi şekilde oynaman
lazım. Çalışan rolü, anne rolü, öğrenci rolü.. Artık rolün ya da rollerin her
neyse..
İşte doğanın planına katılmak ve de erdemli olmak dediğimiz olay bu aslında.. Yukardaki fabrika işçi örneğini hatırlayın. Yani rolünü ne kadar iyi oynarsan o büyük amaca o kadar iyi hizmet etmiş olursun, o kadar erdemli olursun.. Dolayısıyla da mutlu olursun..
Bunun dışında bize bağlı olan, içsel dünyamıza
ait şeyler de vardır. Nedir bunlar ? Yargılarımız, nefretlerimiz, korkularımız,
arzularımız..
Şimdi diyeceksiniz ki, duygularımız bize mi
bağlı ? Bi takım olaylar sonucu kendiliğinden ortaya çıkan şeyler..
Hah işte zurnanın zırt dediği yer.. Stoacılık
bu duyguları eğitmemizi ve kontrol altına almamızı ister. Stoacı filozof
Khriysippos silindir örneğini verir: Bi yokuştan aşağı silindiri bırakırsak
yuvarlanır gider, ama bi küpü bırakırsan yerinde durur.
İşte insan da aynı bu şekilde dışsal olaylara
kendi doğasına göre tepki verir..
Bu duyguları nasıl eğiteceğinizi öğrenmek
istiyorsanız da, öncelikle Stoacılığın olaylara bakış açısını kavrıyorsunuz.
Yani olup biten herşeyin büyük planın bir parçası olduğu, hem sizi hem de
doğayı önceden belirlenen o ulvi amaca ulaştırmak için olduğunu. Aslında kötü
birşeyin olmadığı ve herşeyin sizin lehinize olduğu inancı…
Lafta bunları söylemek kolay tabi de,
uygulamada biraz zor..
İkinci olarak da bu işin eğitimini veren
kimselerden duygularınızı eğitmeyi ve kontrol altına almayı öğrenebilirsiniz.
Ya da bu konuyla ilgili kitaplar okuyup Youtube videoları izleyebilirsiniz.
Mesela büyük Stoacı düşünür, aynı zamanda da Roma imparatoru olan Marcus
Aurelius’un “Kendime Düşünceler“ kitabını okuyabilirsiniz. Tabi bu Stoacılık
öyle bugünden yarına olabileceğiniz birşey değil. Uzun bir çalışma süreci
istiyor.
Şimdi bir Stoacının herhangi bir felaket
karşısında nasıl davranacağını bir örnekle açıklamaya çalışalım. Mesela çocuğu
ölen bir Stoacı sırayla şöyle düşünür:
1 – Kabullenme: Öncelikle olayı kabullenir ve
bunun doğal sürecin bir parçası olarak görür.
2 – Duygularını bastırmak yerine anlamaya
çalışır ve bu duyguların geçici olduğunu anlar. Üzüntü kaygı acı hissederler
tabiki. Ama bu acıların hayatlarını ele geçirmesine ve de erdemden
uzaklaştırmasına izin vermezler. Kısacası, acılar ve felaketler bir Stoacıyı
yıkamaz.
3 – Bu olaydan dersler çıkarmaya çalışır. Bi
çocuk sahibi olmaktan dolayı hayata ve doğaya dair ne öğrendim? Aynısı
çocuğumun ölmesi için de geçerli. İnanın bana bi bebeği gözlemlemek insana çok
şey öğretiyor ve de insanın yaratılış sürecini adım adım takip ediyorsunuz.
Kısaca Stoacılık dediğimiz olay bu arkadaşlar.
İnşallah bişey unutmadık. Aklıma gelirse yine gelir yazarım..
Yazımızı büyük Stoacı filozof Marcus
Aurelius’tan alıntılarla bitirelim:
- Hayattaki
mutluluğun düşüncelerinin niteliğine bağlıdır.
- Kendini
keşfet. İçinde mutlaka ne zaman baksan ortaya çıkacak bir güç kaynağı vardır.
- Birşey
size kötü hissettirmeye başladığında hatırlamanız gereken bunun bir şanssızlık
olmayışı. Aksine bununla baş edebilmenin büyük bir şans oluşu.
- Bir
şeyi değiştirmek zorunda değilsin. Sadece seni üzmesine izin verme.
- Eylemin
önündeki engel, eylemin gerçekleşmesini sağlar. Yolda duran şey yolun kendisi
olur.
Neyse bu böyle uzar gider. Ama bilge kral
Marcus Aurelius’un “Kendime Düşünceler” kitabını okumanızı hararetle tavsiye
ederim. Hayata bakışınızın kökünden değişeceğine emin olabilirsiniz..
Bu yazımızda bu kadar.. Hadi kalın
sağlıcakla..
Yorumlar
Yorum Gönder