EMPEDOKLES
Evet bugün de bir başka ilk çağ filozofu Empedokles’i size anlatalım. Bu ilk çağ filozofları da amma çokmuş ya.. Anlat anlat bitmiyor. Hababam sınıfında şöyle bi sahne vardı hatırlar mısınız? Felsefe hocası Şaban’a soruyor: “Anlat.. İlk çağ filozofları”. Şaban cevap veriyor: “İlkçağ filozoftan geçilmez. Çoktur ilkçağ filozofları”.
Sahiden de Şaban’ın dediği gibi yani.. Önüne gelen bi felsefe buldum deyip çıkıyor ortaya. Hatta Budizm, Zerdüştlük falan da o dönemlerde ortaya çıkıyor..
Her neyse.. Şimdi bu Empedokles MÖ 400lü yıllarda, Sicilya’da yaşıyor. O dönem oralar biraz karışık. Demokratlarla Tiran yanlıları arasında sürekli çatışmalar oluyor. Tiran dediğimiz kral gibi bişey ama, hanedan değil. Yani tahtı babasından almış değil. Oğluna devredecek diye bi kural da yok.
Herneyse bunlar sürekli birbiriyle çatışıyor. Bi onlar kazanıyor, bi ötekiler… Yenilenler ya idam ediliyor ya da sürgüne gönderiliyor. Demokrasi yanlısı Empedokles de işte aynen böyle sürgüne gönderiliyor. Sonra dönüyor falan.
Empedokles gerçekten de ilginç bi kişilik. Krallık teklif ediyorlar. Kabul etmiyor. Önce peygamber olduğunu iddia ediyor. Sonra ciddi ciddi ben Tanrıyım demeye başlıyor. Tabi bu ben Tanrıyım demesi bir cinnet hali mi, yoksa Hallacı Mansur’un “Enel Hak” demesi gibi bi olay mı onu bilmiyoruz.
Empedokles hakkında çok rivayetler dolaşır. Rüzgarlara yön verdiği, ölü bi kadını dirilttiği, Tanrı olduğunu ispat etmek için kendini Etna yanardağına atarak öldüğü falan. Büyük ihtimalle uydurma tabi bunlar..
Bunun yanı sıra ciddi bir bilim adamı. Ayın ışığının kendinden olmadığını, yansıttığını söylemiş mesela. Ama aynısını güneş için de söylemiş. Işığın yer değiştirdiğini, ama bizim algılayamicamuz kadar büyük bir hızda yer değiştirdiğini söylemiş. Boş bardağı ters çevirip suyun içinde daldırdığında su girmediğini görmüş ve havanın ayrı bir madde olduğunu keşfetmiş.
Bundan başka İtalyan tıp okulunu kurmuş ve bu okulun etkisi hem bilimde hem felsefede oldukça yüksek olmuş. Bataklıkları kurutarak veba salgınını bitirmiş.. Falan.. Say say bitmez..
Hulasa çok yönlü ilginç bi kişilikmiş Empedokles.. Nevi şahsına münhasır… Benim gibi...
Şimdi biz gelelim onun felsefesine..
Empedokles'in felsefesine geçmeden önce Parmenides'i bi hatırlayalım öncelikle. Parmenides ne demişti hatırlayın. Yokluk diye birşey yoktur. Sadece varlık vardır. Bu yüzden de bu kainatta değişim diye bişey yoktur. Hiç bir şey değişmez. Çünkü birşeyin değişmesi demek, o şeyin yok olması ve yeni birşeyin de yoktan var olması demek. Halbuki, daha önce de dediğimiz gibi, yokluk diye bişey yoktur. Bu yüzden de herhangi birşeyin yok olması ve yokluğa gitmesi imkansızdır. Bize değişim gibi gözüken şeyler sadece bir göz yanılmasıdır ve duyu organlarımızın bizi aldatmasıdır. Daha fazla bilgi için Parmenides yazımıza lütfen..
Tabi bu uçuk görüş pek kabul edilmemiş ama şu bir gerçek ki, Parmenides felsefeye “değişmezlik” fikrini getirmiş.
Yani hiçbiseyin değişmediği çok uçuk bi fikir evet ama demişler. Bu kainatta değişmyen bişey yok mu? Değişmeyen bi temel, bi töz mutlaka vardır. İşte sonraki filozoflar ve bilim adamları bu değişmezi, bu tözü aramaya çıkmışlar.. Ha bulunca napacaklar gerçi onu da anlamış değilim..
Hala da kesin olarak bişey bulabilmiş değiller. Mesela elli yıl öncesine kadar atomların değişmez olduğunu zannediyorlardı ama ışıma olayını bulunca ondan da vazgeçtiler. Şu anda atom altı parçacıklarını düşünüyorlar töz olarak ama ondan da kimse emin değil.
Empedokles, Parmenides'in bu felsefesinden baya bi etkilenmiş. Demiş ki, yokluk yoktur evet doğru. Öyleyse bir şeyin yokluğa gitmesi de mümkün değildir. Bu da doğru. Yani herhangi bir şeyin başka birşeye dönüşmenine de imkan yoktur.. Bu da doğru..
Ancak ve ancak.. DEĞİŞİM VARDIR!!! Değişimi inkar etmek bir çılgınlıktır demiş...
Peki hocam o zaman nasıl olacak? Hem dönüşüm yoktur diyorsun, hem de değişim vardır diyorsun..
Dönüşüm yoktur evet ama demiş... Unsurların birleşmesi ve ayrılması vardır. Yani temel elementler bir araya gelir ve maddeyi oluştururlar. Sonra bu unsurlar ayrılır ve tekrar doğaya karışır ve o madde de ortadan kalkar.
Yani maddenin dönüşmesi yoktur.. Unsurlarına ayrılması vardır.. O yüzden maddenin yok olması da yoktur.
Mesela bi araba üretimini düşünün.. Çeşitli parçaları bir araya getirip o arabayı yaparlar demi. Araba yoktan mı var oldu? Hayır.. Parçalar birleştirildi sadece ve araba üretildi. Yoktan var olan birşey var mı? Hayır.. Parçaların hepsi zaten vardı. Onları sadece birleştirdik. Sonra o arabayı parçaladığınızı düşünün.. Yani parçaların söküldüğünü. Araba mezarlıklarında olduğu gibi.. Noldu? Yok olan herhangi bişey var mı? Parçalar olduğu gibi yerinde duruyor.. Evet araba değişiyor, ama hiçbisey yok olmuyor, hiçbisey de yoktan var olmuyor...
Evet Empedokles demiş ki, kainatta değişmeyen dört ana unsur vardır. Bunlar aynı zamanda kainatın arkesidir: Ateş, su, hava, TOPRAK…
Bu meşhur dört element olayını felsefeye getiren işte bu Empedokles’tir. Önceki filozoflar, arke olarak sadece bir maddeye işaret ederken(su, hava, ateş..), Empedokles bunlara dördüncü elementi, yani toprağı da eklemiştir ve kainattaki herşeyin bu dört elementin çeşitli oranlarda birleşmesi sonucu oluştuğunu söylemiştir…
İşte Empedokles’in farkı ve de düşünce tarihine getirdiği en önemli yenilik budur. Öncekiler arke olarak tek bir elementi işaret ederdi. Mesela Thales demiş ki, herşey sudan oluşmuştur.. Bi sonraki demiş ki, herşey havadan oluşmutur. Öteki demiş ki, hayır ateş..
Empedokles ise demiş ki, hayır… Kainatta var olan şeylerin tek bir elementten oluşmasına imkan yok. Hiç bir element tek başına bunun için yeterli değil. Ayrıca bu elementler birbirleriyle rekabet halinde. Bunlardan birisi diğerlerinden güçlü olsaydı onları yok ederdi.
O zaman, herşey bu dört elementin çeşitli oranlarda birleşmesiyle oluşuyor…
Bizim "doğmak" diye bildiğimiz şey, işte bu unsurların bir araya gelmesidir. "Ölmek" dediğimiz ise bu unsurların birbirinden ayrılmasıdır.
Burda bi parantez açalım arkadaşlar ve şu kısa açıklamayı yapalım. Bir filozofun görüşü size çok saçma gelebilir, inanmayabilirsiniz.. Ama felsefe yapmak istiyorsanız eğer (felsefe ezberlemek yerine), yapmanız gereken şey, bu felsefenin nasıl olup da bu filozofa doğru gözüktüğünü anlamaya çalışmak olmalıdır. Bunun için de önce bu felsefeye inanıyoruz ve sonra buna deliller arıyoruz. Yeterince emin olduktan sonra da, bu felsefeyi reddediyorsunuz ve onu çürüten ve aleyhinde olan deliller arıyorsunuz. Felsefe yapmak işte budur. Bu şekilde bi bakış açısı inanın ufkunuzu yirmi misline çıkarır, dünyaya bakışınızı değiştirir.
Şimdi o zaman bu dört elementin birleşerek bir varlığı nasıl oluşturduklarına dair çevremizden örnekler bulalım. Mesela bi çiçek.. Topraktan besin alır.. Sonra o çiçeği sularsınız ya da yağmur yağar, havadan ise karbondioksit alır, fotosentez yapar oksijen üretir, güneş ise çiçeği ısıtır ve ona gerekli olan enerjiyi verir..
Bak gördün mü? Dört element bi şekilde birleşip çiçeği meydana getirdi.
İnsanı ele al mesela.. İnsanın bedeni, kemiği, şusu busu hep topraktan.. Vücudunun üçte ikisi su.. Havadan sürekli oksijen alır… Yediği besinlerse vücutta yakılarak enerjiye dönüşür.. Al sana dört element..
Cansız bir maddeyi ele alalım. Mesela bir masa… Ağaçtan yapılmıştır değil mi? Ağaç nerden gelir? Topraktan.. Bu ağacı mobilya yapmaya uygun hale getirirken mutlaka üstüne falan bi sıvı katmışlardır. Ve de sonradan üzerine cila boya katmışlardır… Al sana su.. Boyanmış masayı kurutan havadır.. Masayı yaparken ya da ağacı işlerken ısı, sıcaklık kullanırsın.. Bu da ateş..
Evet arkadaşlar.. Şimdi çevremizde canlı ya da cansız nesnelere bakıp en az üç nesnede bu dört elementin birleşimini görmeye çalışalım.. Size bi ödev..
İnsanların karakterleri de aslında bu dört elementin birleşimiyle oluşur diyebiliriz. Ateşin baskın olduğu insanlar, daha sert, şiddetli kavgacı.. Suyun baskın olduğu ruhlar, eğlenceye keyfine düşkün.. Toprak sabırlı, Hava ise uçarı… Tabi bunların hepsi spekülatif yorumlar.. Ama dediğim gibi, ilk önce felsefeye inanıyoruz ve kainatı bu felsefenin gözlüğünden görmeye çalışıyoruz.
Ha şimdi.. Bu teori ne getirmiş ? Herşeyden önce farklı elementlerin birleşerek bir araya gelip varlıkları oluşturduğu düşüncesi kimya ilminin temelini atmış. Elementlerin birleşerek maddeleri oluşturduğu düşüncesinden yola çıkan bilim adamları, gerçekten de bakmışlar ki varolan herşey farklı elementlerin birleşmesinden oluşuyor. İki hidrojenle bi oksijen birleşip suyu oluşturuyor. Bi sodyumla bi klor birleşip tuzu oluşturuyor.. Falan.. Bu da kimya biliminin hızla gelişmesini sağlamış. İnsan vücudunun çalışması daha iyi anlaşılmış. Tıp gelişmiş. Yeni ilaçlar bulmuşlar. Sabun şampuan falan yapmışlar.
Yani şampuanından, parfümünden, diş macunundan memnunsan bunu aslında bi nevi Empedokles’e borçlusun…
Dört element olayı sadece bilimde değil, edebiyatta da kendine yer bulmuş. Mesela İsmet Özel’in amentü şiirinden bir parça :
Hayat dört şeyle kaimdir derdi babam
Toprak ve ateş ve su
Ve rüzgar
Ona kendimi sonradan ben ekledim
Gövdemi alemlere zerk ederek
Var oldum kayrasıyla var edenin
Eşrefi mahlukat nedir bildim…
Ve bu dört element, kendiliğinden bir araya gelip ayrılmıyor tabi ki. Onları sevgi bir araya getiriyor ve kavga/nefret ayırıyor. Burdaki sevgi kelimesi yerine aşk kelimesini kullananlar da oldukça fazla.. İşte dört elementle beraber iki tane de değişmez kuvvet.. Ya da prensip…
Burdaki aşkı tabi ki insanların yaşadığı romantik duyguyla karıştırmayın. Daha çok sembolik bir anlamı var. Aşk derken kastedilen çekim gücü, ya da uyum.. Nefretten kastedilen de uyumsuzluk ya da itme..
Ve de asırlar sonra bilim keşfediyor ki gerçekten de elementler arasında bir çekme ve itme olayı var. Mesela iki hidrojenle bir oksijen birbirini çekiyor ve ortaya su çıkıyor. Sonra elektroliz sayesinde bunlar birbirini itiyor ve Hidrojenle Oksijen birbirinden ayrılıyor…
Yani aslında kainatta ne varsa hepsi de aşk sayesinde meydana geliyor ve var oluyor… Fuzuli Baba’nın dediği gibi:
Aşk imiş her ne var ise alemde
İlim bir kilükal imiş ancak…
kilükal: dedikodu
Ya da Neşet Baba’nın deyişiyle: Çarkı devran döner BİR’in aşkına..
Gördüğünüz gibi Empedokles üstad edebiyatçılara da büyük bir malzeme vermiş.. Yani demiş ki, sevgi birleştirir, nefret ise ayırır…
Ve tabiattaki maddelerin değişmesi de, otomatikmen, bu elementlerin oranlarının değişmesi ya da eksilmesiyle oluyor. Tabi ki bu da nefret sayesinde. Mesela senin vücdunda toprakla ateş kavga ediyor. Bunlardan birisi yavaş yavaş eksilmeye başlıyor. Ve de sen yavaş yavaş yaşlanmaya başlıyorsun.
Sonunda da bu dört elementin hepsi tamamen ayrılıyor, çekip gidiyor ve sen ölüyorsun. Yani bizim ölüm diye bildiğimiz olay işte aslında bu dört elementin ayrılıp, bağımsız hale gelip, tekrar başka bir şekilde birleşmek üzere doğaya karışması demek.
Ateşle toprağın çatışması deyince aklıma geldi. Bu ikisinin en meşhur çatışması nerde olmuştu ? Biliyosunuz hatırlayın. Şeytan Adem’e niye secde etmemişti? Ben ateşim o toprak demişti. Öyle değil mi ? Ve o gün bugün bu ikisi hala çatışır.
Ve Empedokles’in felsefesinin son ve en önemli kısmı.. Bu elementler öyle belli bi amaca yönelik olarak bir araya gelmezler.. Bunlar rastgele, tesadüfen ve zorunluluktan dolayı bir araya gelirler..
İşte bu kainatta aslında bir düzen olmadığı, herşeyin rastgele ve tesadüfen oluştuğu inancı 21. Yüzyılın hakim felsefesidir. Postmodern felsefe yani. Kaos teorisi, ya da kelebek etkisi diye bunu araştırabilirsiniz. Hatta bu isimde güzel bi film de vardı.
Fazla uzatmadan kısaca şöyle anlatayım: Bu dört element tamamen rastgele ve tesadüfen bir araya gelirler. Böyle içi küçük toplarla dolu bi kutu düşünün. Bunu hızlıca salladığınız zaman hangi topun nereye gittiği tamamen tesadüftür değil mi? Bi topun hangi topla çarpışacağı, hangi topun üstüne altına yanına geleceği falan.. Aynen işte kainatta da bu elementler böyle rastgele oluşur…
Peki o zaman şöyle bi soru geliyor hemen tabi akla.. Herşey rastgele oluyorsa, nasıl oluyor da canlılar hayatta kalacak şekilde dizayn edilmiş oluyor? Mesela bi ceylan hızlı koşabiliyor, balığın solungaçları var suda nefes alabiliyor.. Efendime söyleyim.. Maymun daldan dala zılayabiliyor.. İnsan mesela ayakta durup ellerini kullanabiliyor. Besbelli ki bunlar tesadüf değil, bilinçli bi şekilde tasarlanmış…
Tesadüfçülerinse buna cevabı çok basit : Taa eski zamanlarda bütün ceylanlar hızlı koşmuyordu. Yavaş koşan ceylanlar da vardı. Onların hepsi aslanlara yem oldular, böylece üreyemediler ve soyları tükendi. Sadece hızlı koşan ceylanlar kaldı geriye.Ya da hızlı koşmayı bi şekilde öğrenenler.. Ne diyolardı ona? Mutasyon.. Aynısı maymun için de geçerli, balık için de, insan için de. Sadece uyum sağlayanlar hayatta kaldı.
Empedokles ta o zamandan yazmış ki, pek çok şekilde canlı vardı. Hepsi de rastgele oluşmuş. Boyunsuz başlar, omuzsuz kollar, gözleri alnında olanlar, çift cinsiyetliler falan.. Bunlardan sadece en uygun olanları, yani şimdiki gördüğümüz canlılar hayatta kaldı. E bugün de hala çift cinsiyetliler, yapışık ikizler, kolu bacağı eksik olanlar doğmuyor mu ? Bunlar bugün de çoğunlukla gelecek nesillere genlerini aktaramıyor..
Yani Empedokles ta o zamandan evrimi ve de özellikle doğal seçilim denen olayı atıyor ortaya.. Darvin’de Empedokles’in fikirlerinden yola çıkarak kendi teorilerini yazıyor..
Evet yine arkadaşlar aynı alıştırmayı yapıyoruz. Herşeyin aslında tesadüfen olduğuna çevremizden deliller buluyoruz. Mesela, senin anne babanın aynı üniversitede okuması tamamen bi tesadüf. Bi partide birbirleriyle tanışması tamamen tesadüf. Birbirleyle konuşmaya devam etmeleri tesadüf. Birbirlerinden hoşlanmaları tamamen tesadüf. Bi şekilde evliliğe gelmeleri tamamen tesadüf. Sonra belli gün belli saatte ilişkiye girmeleri de tesadüf. Sonra senin milyarlarca spermeden birinci gelmen de tesadüf… Yani senin bu dünyada olman aslında tamamen tesadüf.. Yani bir sürü tesadüfün üst üste gelmesiyle sen bu dünyadasın… Hahaha… Komik değil mi ya? Valla yazarken sesli güldüm ha.. Yani düşünsene.. Kılpayı birinci gelmişsin. Sen değil de tam senin arkandaki sperm birinci gelseydi sen şimdi yoktun. Hiç olmayacaktın. Senin yerinde şu anda başkası olacaktı. İster miydin ?
Mesela o partide tanıştıkları gece başka bir tesadüf olsaydı, baban o partiye değil de yan binadaki partiye gitseydi sen şu anda yine yoktun. Ya da mesela o gece değil de ertesi gece ilişkiye girselerdi, seni oluşturacak sperm değil de başka spermler gelecekti ve sen yine yoktun. Yani herşey bir sürü tesadüfün üst üste gelmesiyle oluşuyor.. Cidden komik değil mi ya?
Tabi ki bu tesadüf ve doğal seçilim olayının beraberinde getirdiği bi ahlak anlayışı da olmuştur. Buna ilerde uzun uzun değineceğimiz için şimdilik sadece şunu söyleyim. Buna inanan insanlardan tıbbın, yani doktorluk, ilaç vs mevzularının aslında insanlığa bi kötülük olduğunu söyleyenler var. Çünkü tıp sayesinde hastalıklı insanlar ölmeyip yaşamıştır, evlenip çocuk sahibi olarak bu hasta genleri gelecek nesillere aktarmıştır. Ve şimdiye kadar ortadan tamamen kalkması gereken hastalıklar bu sayede halen mevcuttur diyenler olmuştur. Hayvanlarda niye hemen hemen hiç bi hastalık görülmüyor? İnsanların evcilleştirip veterinerler sayesinde iyileştirdikleri hayvanları saymıyoruz tabi ki… Bilmem siz ne düşünürsünüz? Alın size bi ödev daha..
Neyse.. Empedokles’i de bu kadar anlattık yeter herhalde.. Bi dahaki yazıda, Atina‘da görüşmek üzere… Hadi şimdi dağılın!!!
Yorumlar
Yorum Gönder