PLATON III - RUHUN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ
Evet arkadaşlar.. Bugün de sizlere Platon’un diğer bir önemli felsefesini, ruhun ölümsüzlüğünü anlatalım diyorum. Bu öyle etkili bir felsefedir ki, Platon’dan sonra 2500 sene, yani günümüze kadar etkili olmuştur. Toplumsal, siyasi ve hatta günlük hayatımızın belirlenmesinde dahi inanılmaz bir rol oynamıştır.
Niye bu kadar etkili olmuştur peki bu felsefe derseniz şöyle derim: Çünkü bu felsefe, insanlığa ölümsüzlüğü vadetmiştir.
Evet kısaca bu felsefeyi özetlersek: İnsan iki kısımdan oluşur. Ruh ve beden. Beden ölür, ama ruh yaşamaya devam eder.
Yani insanın bedeni çürür, yok olur. Ama ruh başka bir alemde, idealar aleminde, mana aleminde yaşamaya devam eder. Ruh ezeli ve de ebedidir. Yani ölmez, çürümez, değişmez, yok olmaz, doğmaz da. O hep vardı ve de hep var olacak.
Beden bu dünyaya aittir. Yani algılanan, değişen dünyaya.. O yüzden de değersizdir.
Ruh ise ötelerdendir. Göklerdendir. İlahi alemdendir. Mana alemindendir. İdealar dünyasındandır.
O dünyadan bu değersiz dünyaya gelmiştir ve de bedenin içine hapsolmuştur. Yani ruh insan bedeninin içinde bir esirdir. Gurbettedir. Beden ona bir hapishane, bir zindan gibidir adeta..
Ve de ölüm dediğin işte, ruhun bedenden ayrılıp özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu yüzden de bilge kişiler, yani gerçek filozoflar ölümü sevinçle karşılarlar. Ölüm esaretten kurtulmadır. Hakiki dünyaya gitmektir. Gerçek bilgeliğe kavuşmaktır. Bu yüzden Mevlana kendi ölümü için şeb-i arus, yani düğün gecesi ifadesini kullanmıştır.
Ruh idealar dünyasından olduğu için, ve de o dünyadan gelip insan bedenine girdiği için bütün ideaları da aslında biliyordur. Ancak insan bedenine girince unutur. Bu yüzden de der ki Platon, öğrenme dediğimiz şey aslında bir hatırlamadır. Yani aslında daha önce bilip de unuttuğumuz şeyleri hatırlarız. Yani bu dünyaya biz bomboş bir zihinle, tabula rasa halinde gelmiyoruz.
Gerçek filozoflar, mümkün olduğu kadar bedenin esaretinden kurtulup ruhlarını eğitme gayesi güderler. Çünkü gerçeğe sadece ruh, yani zihin yoluyla ulaşılır. Bedensel zevkler ise ruhun gerçeğe ulaşmasının önünde bir engeldir.
Platon dünya nimetlerinden tamamen el etek çekip çileci bir ruhban hayatı yaşamayı önermez tabi ki. Ona göre bilge kişi dünya nimetlerinden gerektiği kadar istifade etmelidir. Ancak bu nimetlerin kulu kölesi olmamalıdır. Yani kalbinde yeme içme, giyim kuşam, mal mülk sevgisi barındırmamalıdır. Hani derler ya, yaşamak için ye, yemek için yaşama… Aynı bunun gibi.
Ancak bu anlayış tabi ki böyle kalmamış ve Platon’un felsefesinden etkilenen akımlar, mesela Hristiyanlık koyu bir ruhbanlığa, çileci yaşama dalmıştır. Bu ruhbanlar bedensel zevklerden elini çekmiştir doğru. Ama insanın her kötülüğü sadece bedene bağlı değil. Zihinsel ya da ruhsal kötülükler çok daha tehlikeli. Mesela kıskançlık. Mesela acımasızlık. Mesela güç sevgisi. Ve de bütün gücünü iradesini bedensel zevklerden kendini korumaya adayan din adamlarının, mental kötülüklerden kendilerini koruyacak gücü artık bulamamaları psikolojik bir gerçektir. Güç sevgisine kapılıp her melaneti, zulmü yapan, savaşlar çıkartan tarihteki ve de günümüzdeki din adamlarını düşünün bi… Demek ki neymiş, denge önemli…
Ha şimdi.. Platon’un bu felsefesi, yukarda da dediğimiz gibi inanılmaz derecede etkili olmuştur. Mesela Hristiyan ruhbanlığı, mesela İslam tasavvufu tamamen ruhun ölümsüzlüğü felsefesi üzerine kuruludur. Ruh öldükten sonra yaşamaya devam edecek. Yani öteki dünyaya biz bu iğreti, hayvani bedenimizi değil, ölümsüz ve ilahi ruhumuzu götürecez. Ölen bedenimiş, aşıklar ölmez diyor ya Yunus Emre.. Aynı bunun gibi.. Bu yüzden de aslolan ruhumuzu eğitmektir..
Bütün bir tasavvuf, zikir ve ritüelleriyle aslında tamamen ruhun eğitimini, temizlenmesini ve de hikmete, yani bilgeliğe, gerçeğe ulaşmasını amaçlar. Bunun için de az yiyerek, az konuşarak, az uyuyarak bedenin, yani nefsin hükümranlığından kurtulmaya çalışılır.
Daha sonra çeşitli eğitimlerle kişideki kötü hasletler yok edilmeye çalışılır. Mesela bi tasavvuf şeyhi, dergahına girmek isteyen bi kadıda kibir alametleri görünce ona kaftanıyla çarşıda ciğer satmasını söylemiştir. Kalbindeki kibri yok etmek için.
Peki sadece tasavvufta mı bu felsefe etkili oldu ? Hayır. Öldükten sonra ruhumuzu öbür tarafa götüreceğimize olan inanç, mesela eğitim sistemimize de girdi. Okullarda verilen derslere bir bakın. Fizik, kimya, matematik.. Hepsi de zihinsel dersler. Yani aklımıza giren. Niye? Çünkü biz öldükten sonra da zihnimiz, yani ruhumuz yaşamaya devam edeceği için bu bilgiler de bizimle beraber gelecek. O yüzden de ruha, yani zihne yüklen.. E peki beden nolacak? Eh işte biliyosunuz. Haftada bir iki saat beden eğitimi. Kültür fizik. Bir ki.. Hopla zıpla.. Sağ sol.. Kıt‘a dur…
Çürüyüp gidecek bedenin nesini eğitecem ben kardeşim. Hem boş yere enerji, hem de masraf. Bu güzellik sana da kalmaz yani.. Sen iki üç gün kalacan bi otel odasını bi sürü masraf edip de dayayıp döşer misin? Ya da mesela kentsel dönüşüm için bir ay sonra yıkacakları bi evin olsa o eve boya badana çekip çatısını aktarır mısın?
Beden değersiz olduğu için, bedene verilen ufak zararlar da fazla önemsenmemiş. Yani şurda 20-30 sene öncesine kadar bi öğretmenin öğrencisini, bi babanın oğlunu, bir erkeğin karısını dövmesi gayet sıradan doğal olaylardı. Kimse gidip de niye dövdün diye hesap sormazdı. Suçu var ki dövdü yani. Demi? Babasından daha mı iyi bileceksin sen?
Eskiden bi öğrenciyi hocaya teslim ederken velisi “eti senin kemiği benim“ derdi. Yani etine zarar ver, yani işte tokat at yüzünü kızart, kulağını çek canını acıt falan ama, sakın kemiğine zarar verme. Hani kolunu bacağını kırıp da kalıcı bir hasar açma. Bu anlama gelse de aslında kastedilen asıl anlam, onun bedenine zarar ver, ama ruhuna zarar vermedir. Çünkü yukarda gördüğümüz, gibi, beden değersiz.. Hayvani.. Yani hayvanlarda da var beden. Ama ruh önemli.
Ve yine bu inanış yüzünden, asırlarca, bedenle yapılan işler küçük görülmüş, zihinle yapılan işlerse kutsanmıştır. Çünkü bi duvar ustası, ayakkabı boyacısı ya da ağaç kesen bi ormancı. Bunlar bedeniyle iş yapıyor. E beden de çürüyüp gideceğine göre bunları öteki dünyaya götürmesi imkansız.
Ama mesela bi doktor, bi mühendis, bi filozofu düşünün. Bunların bilgileri zihinsel bilgi olduğu için, öldükleri zaman bu bilgiler de onlarla beraber öteki dünyaya gidecek. Yani bunlar öteki dünyada da doktor, mühendis, filozof olmaya devam edecek.
“Beni ne doktorlar ne mühendisler istedi“ sözünün Platon’un felsefesinden geldiğini tahmin edebilir miydiniz hiç? 😊😊😊
İşte böyle sevgili arkadaşlar. Binlerce sene, ruhun ölümsüzlüğü inancı sebebiyle insan bedeni küçük görüldü, horlandı, ötelendi. Ta ki bu son elli yıla kadar.
Yani 1970lerden itibaren bu felsefe yavaş yavaş değişmeye başladı. Çünkü başımızdaki büyüklerimiz, paşalarımız, beylerimiz bişey keşfetti : Bu beden işinde iyi para var.
Kadınların güzelleşme için harcadığı parayı bi düşünün mesela. Makyajı, kuaförü, estetiği, botoksu, elbisesi…
Ya da spor sektörü. Mesela futbolda, basketbolda, teniste dönen paraları bi düşünün. Stadyumu, seyircisi, canlı yayını, bahisi, iddiası.. Milyon dolarlara transfer edilen oyuncuları bi düşünün. Ve de sporcunun performansı nerden geçiyor? Bedeni eğitmesinden geçiyor öyle değil mi?
Aynısı sanatçılar için de geçerli. Bi aktör mesela, bedenini eğitir. Aktörün enstrümanı bedenidir. Sinema, televizyon, dizi sektöründe dönen milyon milyon dolarları bi düşünün…
Ve işte… Son yıllarda yavaş yavaş zihniyet değişmeye başladı ve birden bire pat diye bir devrim oldu. Beden devrimi. Artık öğretmen öğrencisini, baba oğlunu, erkek karısını dövemez. Hatta ben izin vermediğim müddetçe benim bedenime dokunman dahi yasak. Benim bedenim benim kararım. Bi kadın mesela çocuk doğurup doğurmicana sadece kendisi karar verebilir. Beden onun bedenidir çünkü.
Tabi ki de bütün bunları haliyle bir de cinsel özgürlük felsefesi takip etti. Çünkü sevişme dediğimiz olay bedenle yapılıyor biliyorsunuz (sanal seksi saymazsak tabi). Beden de benim olduğuna göre onu nasıl kullanacağıma da ben karar veririm. Yani canım kimi isterse onunla sevişirim. Doğum kontrol hapı olduğuna göre hamile kalma tehlikesi de yok. Eskilerin bi sözü var ya hani. Ahir zamanda bina ve zina artacak diye… İkisi arasında nasıl bir bağ var tabi onu bilmiyorum. Tabi eşcinselliğin de tabu olmaktan çıkıp gayet doğal olarak görülmesi de yine aynı akımın sonucu…
Her neyse arkadaşlar… Özetlersek. İnsan ruh ve bedenden oluşur. Ruh ilahi alemden gelir ve oraya aittir. Ölümsüzdür. Beden ise bu dünyaya aittir ve ölümlüdür. Yani beden ölür ama ruh yaşamaya devam eder… O yüzden de ruh değerlidir beden değersizdir…
Yazının burasına kadar gelebilen herkese saygılarımı sunuyorum. Görüşlerinizi yorumlara yazmanızı rica ediyorum. Ya bu onüçüncü yazımız bi düşünün ve daha sadece bi yorum yazılmış. Okuyor okuyor bişey yazmıyorsunuz ya.. Ayıptır valla ya…
Yorumlar
Yorum Gönder