KİNİSTLER

 








Evet arkadaşlar.. Helenistik dönemin ilk felsefe akımı olan Kinistleri anlatalım bugün. Kinist eski Grekçe’de “köpeksi“ anlamına geliyor. Yani köpek gibi yaşayanlar anlamında. Hatta eski Türkçe’de ve de Arapça’da bu akımın adı “kelbiyyun“. Kelb Arapça’da ve eski Türkçe’de köpek anlamına geliyor.

Her neyse… Şimdi Kinizm dediğimiz akım Sokrates’ten sonra,  Aristo döneminde ortaya çıkmış olmasına rağmen, yani Helenistik dönem başlamadan önce, yine de Helenistik felsefeye dahil edilir. Çünkü, birinci olarak, Helenistik dönemdeki felsefenin özelliklerini taşır. Yani dünyadan el etek çekip iç huzuru bulmaya yönelik bi felsefe olduğu için, hem de Helenistik dönemde, özellikle Mısır’daki İskenderiye şehrinde oldukça yayılıp popüler olduğu için.

Önceki yazımızı okuduysanız bilirsiniz. Helenistik dönem MÖ 323 yılında Büyük İskender’in ölümüyle başlıyor ve MÖ 32 yılına kadar aşağı yukarı bi üçyüz sene devam ediyor. Şimdi bu dönemin en önemli özelliği şehir devletleri döneminin bitip imparatorluklar döneminin başladığı yıllar. Devlet dediğimiz organ küçük bi şehirden oluşunca haliyle şehirde yaşayan filozoflar oldukça itibar görüyor ve siyaset olsun, diğer konular olsun filozofların görüşlerine sıkça başvuruluyor. Bunun sonucunda da filozoflar devlet yönetimi, siyaset, toplumsal düzen konularında bol bol kafa patlatıyorlar..

Ama Helenistik dönemde, Aristo’dan sonra yani, imparatorluk kuruluyor, merkezi yönetim başlıyor, yani bütün ülke artık başkentten yönetiliyor ve şehir halkına fazla söz verilmiyor. Tabi bu durumda filozofların görüşlerini de artık kimse fazla sallamıyor. Başta bir kral var. O ne derse o oluyor..

Bunun dışında yine şehirlerinin, yani devletlerinin, vatanlarının elden gitmesi, daha doğrusu güçlü bir imparatorluğa dahil edilmesi de ayrı bi koyuyor filozoflarımıza.. Çünkü felsefe yapmalarınındaki ana motivasyonları vatandaşı oldukları şehir devletinin daha huzurlu ve müreffeh yaşamalarını sağlamak.

İşte bütün bunlardan dolayı, Helenistik dönemde artık filozoflar, büyük bir ümitsizliğe, bunalıma ve çaresizlik duygusuna kapılarak dünya işlerinden, siyasetten el ayak çekiyorlar ve insanin kendisine, özellikle de insanın iç dünyasına yöneliyorlar. İnsan nasıl mutlu olur? Nasıl daha erdemli olur? Nasıl kurtulur?

Bunun bi benzeri İslam coğrafyasında da yaşanmıştır. 11. yüzyılda Moğollar İslam beldelerini tarumar edince İslam felsefesi akılcılıktan çıkıp daha çok mistizizme, yani tasavvufa yönelmiştir. Yani İslam dünyası bi nevi, Aristo’yu bırakıp Platon’a yönelmiştir. Mevlana olsun, Yunus Emre olsun aslında hepsi bu dönemin yetiştirdiği insanlar..

Ortaçağdaki Katolik kilisesinin de ana konusu aslında budur. İnsanın erdemli olması, mutlu olması ve de kurtulması. Ve kilise fikirlerinin bir kısmını işte bu Helenistik dönemden alır. Ancak Helenistik dönemdeki düşünürlerin fikirleri daha çok bireyselken, kiliseyle beraber bu fikirler kurumsallaşmıştır. Yani herkesin uyması gereken resmi bir kural haline gelmiştir nerdeyse. Ruhbanlık, fakirliğe övgü falan işte..

Evet.. Bu girişten sonra, önceki yazımızı da okuduysanız herhalde Helenistik dönem hakkında genel bir fikriniz oluşmuş demektir. O zaman şimdi Helenistik dönemin önemli felsefi akımlarından birini, yani Kinizm’i incelemeye başlayabiliriz.

Kinizm, yukarda da dediğimiz gibi köpeksi, yani köpek gibi yaşayanlar anlamına geliyor. Bu isim onlara aşşağılamak için başkaları tarafından verilmedi. Yanlış anlamayın. Bu ismi onlar kendi kendilerine taktılar.

Şimdi bu akımın kurucusu Antisthenes. Anthisthenes Sokrates’in öğrencisi. Oldukça da zengin, soylu, itibar gören bi filozofken, günün birinde diyor ki, yahu kardeşim nedir bu dünya dünya. Nedir bu lüks? Bu şatafat, bu ihtişam? Bu debdebe? Bu şaşaa? Bi insanın bu kadar varlık içinde mutlu olmasına, erdemli olmasına imkan var mı diyor ve gidiyor bi fakir gibi yaşamaya başlıyor. Çalışan insanların arasına karışıyor, onlar gibi eski püskü giyiniyor, basit bi kulübede sıradan ucuz eşyalarla ve ucuz yemeklerle beslenmeye başlıyor..

Niye böyle yapıyor peki? Dedik ya.. Sokrates’in öğrencisi. Ve de Sokrates’e göre bi insanın yaşama amacı mutlu olmaktır. Mutluluğa nasıl ulaşılır peki ? Erdemle.. Yani güzel ahlakla. Peki erdeme nasıl ulaşılır ? Bilgiyle, eğitimle.. Yani bilen insan erdemlidir, erdemli insan da mutludur. Özetlersek Sokrates’in felsefesi kısaca bu yönde. Daha geniş bilgi edinmek istiyorsanız eğer burdan.

İşte Anthisthenes demiş ki, kuru bilgi öğrenmekle ne erdem olur ne de mutluluk. Bunu hayatımıza yansıtmadıktan sonra, pratiğe dökmedikten sonra o bilgi ne ise yarar? Nasıl olur da seni erdemli yapar?

Ve demiş ki işte, mutluluğun, erdemin sırrı, dünya nimetlerinden, lüksten, şatafattan mümkün olduğu kadar uzak durup sade, hatta yoksul bir yaşam sürdürmek.

Niye bu böyle? Çünkü biz, bizim dışımızdaki varlıkların esiri oluruz. Onlara sahip olmak isteriz. Bu bizde hırs yapar. Hırs da beraberinde mutsuzluk getirir. Çünkü bizim sahip olmayı o kadar çok istediğimiz şeyi başkasında görünce üzüntülere bunalımlara gireriz. Mesela bugün İnstagram’da falan gezen, eğlenen, sevgilisiyle poz verenleri görünce bunalımlara girmiyor mu millet? Bizde niye yok diyor ve kara yaslara bürünüyor..

İkincisi de sahip olduklarımızı kaybetme korkusu. Elimizdekini kaybetmekten o kadar korkuyoruz ki, bu korku bizi yine bunalımlara sürüklüyor.

İşte diyorlar, bizi mutsuzluğa iten bu dünya sevgisi, mal mülk hırsı, elimizdekini kaybetme korkusu. Bizi mutsuz eden işte bunlarsa, o zaman bunlardan uzaklaşırsak, bunları kendimizden yok edersek mutlu olur muyuz? Evet oluruz.

Bakın Fight Clup diye bi film var. Türkçesi dövüş kulübü. Brad Pitt oynuyor. Aslında Chuck Palahniuk’un romanı. İşte tam olarak bu konuyu işliyor. Bütün hayatı çalışıp sürekli evine yeni eşya, elektronik aletler, yeni giysiler almaktan ibaret olan başrol, adını unuttum şimdi, günün birinde eski, yıkık dökük virane bir evde yaşayan Tylor’la tanışıyor ve hayata bakışı değişiyor.

Orda mesela şöyle güzel bi söz var : “Sahip oldukların, gün gelir sana sahip olmaya başlar.” Yani Kinizm felsefesine dayanan kült bir film yapmış adamlar..

Her neyse.. Şimdi Kinizm’in kurucusu Anthistenes evet, ama onu asıl ününe kavuşturan, öğrencisi Diyojen.. Sinoplu Diyojen..

Diyojen MÖ404 yılında Sinop’ta doğuyor. Bizim Türkiye’deki Sinop’ta yani. Hatta şimdi oraya bi heykelini de diktiler onun. Babası kuyumcu, ama kalpazanlık işleri de yapıyor. Bu yüzden cezalandırılıyor ve Atina’ya sürgün ediliyor.

Diyojen işte babasıyla beraber Atina’ya geliyor ve orda Anthistenes’le tanışıyor ve ona diyor ki beni de öğrencin olarak al. Anthistenes hayır diyor. Senin baban paranın ayarını bozmuş bi sahtekar. Diyojen de diyor ki ben de paranın ayarını bozacam. Ama daha geniş çapta. Dünyada ne kadar para, pul, mal mülk, sahte unvan varsa hepsinin ayarını bozacam. Anthisthenes bunu kovuyor bu gitmiyor, dövüyor gitmiyor, sövüyor gitmiyor. En sonunda bakıyor ki bu çocuk da iş var ve Diyojen’i rahleyi tedrisine alıyor.

Diyojen başlıyor hocası Anthistenes’in yanında eğitim görmeye ama, boynuz kulağı geçer hesabı, hocasını geçiyor ve bir efsane haline geliyor. İhtiyacımız olmayan her ne varsa onu atacaz ve ondan kurtulacaz. Böylece özgürleşecez ve korkularımızdan, hırslarımızdan kurtulmuş olacaz.

Ve Diyojen bir fıçıda yaşamaya başlıyor. Ev bark yok yani. Sahip olduğu tek şey işte bu fıçı, üzerinde eski püskü bi elbise, soğuktan korunmak için kötü bir battaniye ve de su içmek için bir bardak. Hatta bigün çeşmeden avucuyla su içen bir çocuk görünce bardağa da ihtiyacım yokmuş deyip onu da kırıyor. Diyojen’in işi gücü de yok bu arada. Dilenerek yaşıyor.

İşte bu Diyojen hakkında çok efsaneler anlatılır. Mesela Büyük İskender Diyojen’in namını duymuştur. Onu ziyarete gelir ve bi isteği olup olmadığını sorar. Diyojen o atasözüne dönmüş efsane sözünü orda söyler işte: “Gölge etme… Başka ihsan istemem…” Yani güneşin önünden çekil anlamında söylüyor bunu elbette..

Yine Diyojen bigün gündüz vakti elinde fener dolaşıyor. Napiyosun diyenlere de “adam arıyorum” diye cevap veriyor. Herhalde deli yine saçmalıyor demiştir millet..

İşte Diyojen bu Kinizm olayını bir adım daha ileri götürür ve der ki, toplumun sana dayattıkları şeyler, işte kural, kaide, protokol, görgü kuralları.. Dahası ünvanlar, inançlar, din, aile, sevdiğin insanlara bağlılık.. Bunların hepsi de saçma sapan işler. Tam olarak özgürleşmek istiyorsak bunlardan da kurtulmalıyız..

Ve de işte aslında toplumun koyduğu kuralları tanımayan bir hareket başlıyor. Ortalık yere tuvaletini yapıyor, ortalık yerde cinsel ihtiyacını gidermek için mastürbasyon yapıyor. Hatta bunun için kızanlara diyor ki, keşke mümkün olsa da karnımızın açlığını da midemizi sivazlayarak giderebilsek.

Yani Diyojen diyor ki, kendinizi hem zihnen hem bedenen öyle bir terbiye edeceksiniz ki, tamamen duyarsızlaşacaksınız. Hiçbir şey size acı vermeyecek. Açlık, susuzluk, bi yakınınızın ölümü, birilerinin size aşağılayıp hakaret etmesi.. Hiçbirini umursamayacaksınız. Yok onur, yok şeref, haysiyet, yok bilmem ne.. Bunların hepsi boş işler. Hepsi de insanların uydurduğu saçma sapan kavramlar. Tabiatta bunların hiçbirisi yok. Asıl olanda zaten bu doğal yaşamdır, doğaya dönebilmektir. Hatta utanma denen olayı da kaldıracaksınız. İnsanın büyük korkularından bi tanesi de zaten toplumdan dışlanmak değil mi? İşte utanma dediğimiz olayın kökeni de aslında buraya dayanır. Toplumun hoş görmediği bir işi yapıp toplumdan dışlanma korkusu.

Hatta kendisine hakaret eden birisi için, o aşağıladı ama ben aşağılanmadım dediği rivayet edillir.

Aslında Diyojen’in psikolojisini anlamak zor değil. Babası dünya malına olan tamahı yüzünden Sinop’tan ta Atina’ya sürgün edilmiş. Atina nere, Sinop nere. Google’dan baktım simdi 1780 km. Düşünün yani, uçak yok otomobil yok. Bütün mallarına mülklerine el konulmuş. Zengin bi ailenin çocuğuyken Atina’da fakirlik içinde bir çocukluk gecirmiş. Ve bütün bunların hepsi babasının mal mülk hırsından dolayı olmuş. Bu yüzden de dünya malına düşman olması gayet anlaşılır.        

Yani mutluluk dediğimiz olay, çoğu insanın zannettiği gibi, dış nesnelere ya da dış olaylara bağlı değil. Mutluluk bizim içimizde. Mutluluk erdemli yaşamakta.

Her neyse.. Diyojen MÖ 323 yılında başka bir Yunan şehri olan Korint’de ölüyor. Hem ismi hem de doğal yaşamı savunan felsefesi dilden dile yayılıyor. Dünya malı hırsına kapılmanın ve de toplumdan dışlanma korkusunun insanı nasıl da mutsuz ettiği inancı günümüzde hala kendisine taraftar bulan ciddi ve yaygın bir düşünce. 

Halk arasında, özellikle İskenderiye'de yayılan Kinizm, aslında Diyojen gibi ne var ne yok herşeyi atmayı öğütlemiyor. Sadece bunlara karşı kayıtsız kalmayı öğütlüyor. Yani kalbinden dünya malının, mülkünün, makamlarının sevgisini çıkarabilmeyi. Yani bunların varlığıyla yokluğu senin için aynı olmalı.

Meşhur hikayedir. İmamı Azam Ebu Hanife ders verirken bi haber gelir: “Hocam, senin gemilerden biri battı”. Ebu Hanife bi durur düşünür ve elhamdülillah der. Yarım saat sonra bi haber daha gelir: “Hocam yanlış haber gelmiş, batan gemi senin değilmiş”; Ebu Hanife yine bi düşünür ve yine elhamdülillah der.

Ve soranlara der ki, birinci haberde kalbimi yokladım, bi üzüntü yok. İkinci haberde yine kalbimi yokladım. Bi sevinç yok. Bu yüzden iki kere elhamdülillah dedim.

Şimdi kendi hayatınıza bi bakın. Kesinlikle vazgeçemem, kaybedersem ölürüm, mahvolurum, yıkılırım dediğiniz şeyler neler? Mesela eviniz, arabanız, paranız, telefonunuz, sevgiliniz, aileniz... Sonra da elde etmeyi çok arzuladığınız şeyleri düşünün. Bi sınavı kazanmak, bi işe girmek, zengin olmak, sevgiliniz.. Falan.. 

İşte Kinizm’e göre bunların hepsi sizi esir alan nesneler ve sizin mutluluğunuza engel. Birşeyleri kaybetme korkusu ya da elde etme isteği..

Şimdi mesela doğaya dönüşü savunan, köye yerleşip teknolojinin olmadığı bir ortamda organik tarım falan yapanlar var. Mutlu mudurlar acaba Kinistlerin iddia ettiği gibi? Bilmiyorum.

Şöyle bişey düşünebilir miyiz? İnsanoğlunun doğasında var olan mücadele isteği, kinizm felsefesinde tamamen törpülenmiş durumda mı? Hiçbir istek olmazsa, amaç olmazsa insan niçin mücadele etsin? Erdemli yaşam için diyebilir miyiz? Yani erdemli yaşam için bir mücadele. Mazlumun hakkını savunma, zalime karşı dik durma, kötülük yapanlarla mücadele etme, ihtiyaç sahiplerine yardım etme.. Kinizm felsefesi herhalde sonuçta bu şekilde bir mücadele anlayışı getirebilir. Bilmiyorum yani cidden. Belki ilerde aydınlanabilirim.  

Her neyse.. Sevgili felsefe dostları. Kısaca Kinizm diyor ki, bu dünyada vazgeçemeyeceğiniz hiç bişey olmasın. Erdem hariç. Sizi mutlu edecek şey erdemdir. Ahlaklı, dürüst bir yaşam... Gerisi laf-i güzaf...

Yorumlar

  1. Baş edebilmek için kaybettiklerimizi bence tek çare bi kısmını yapıyorum bu felsefenin akıcı güzel yazı çok beğendim diğerlerini de okuyacağım

    YanıtlaSil
  2. "Yani Diyojen diyor ki, kendinizi hem zihnen hem bedenen öyle bir terbiye edeceksiniz ki, tamamen duyarsızlaşacaksınız. Hiçbir şey size acı vermeyecek. Açlık, susuzluk, bi yakınınızın ölümü, birilerinin size aşağılayıp hakaret etmesi.. Hiçbirini umursamayacaksınız. Yok onur, yok şeref, haysiyet, yok bilmem ne.. Bunların hepsi boş işler. Hepsi de insanların uydurduğu saçma sapan kavramlar. Tabiatta bunların hiçbirisi yok. Asıl olanda zaten bu doğal yaşamdır, doğaya dönebilmektir." Diyojenin bu görüşüne katılmıyorum, insan doğaya dönüp tamamen hayvani içgüdülerle bir hayvan gibi yaşayamaz, insanın ayırıcı vasfı akıldır, ve bu noktada ben Aristotolesin felsefesini daha çok benimsiyorum. İnsanın ayırıcı vasfı akılsa, aklı en iyi şekilde kullanarak yaşamak erdemdir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUŞKUCULUK

PLATON II - İDEALAR

HERAKLİTOS