PLATON - I - HAYATI

 

 



Ve geldik Platon’a. Ya da bizdeki bilinen adıyla Eflatun. Gelmiş geçmiş en büyük demicem ama en etkili filozof. Hristiyanlar, Müslümanlar,  Kilise babaları, Keldaniler, Bizanslılar, Rönesansçılar, Mevlana, İbni Arabi. Hepsi de bi şekilde Platon’dan etkilenmiştir.

Düşünün mesela, ondan 1500 sene sonra yaşamış olan Mevlana, Mesnevisinde Platon’a övgüler düzer. (Eflatun diye bahseder tabi ki).

O yüzden Platon gibi bir filozofu tek bir yazıda anlatmak imkansız olduğu için, bi kaç yazıda anlatmayı denicem.

Ve bilin ki, sonraki yazıları okuduğunuz zaman daha da iyi anlayacaksınız, bugün sizin günlük hayatınızda dahi Platon’un felsefesinin etkileri devam etmekte. Platonik aşk diye bişey duymuşsunuzdur mesela değil mi?

Hatta Avrupalı bi filozof, adını unuttum şimdi, bütün felsefe tarihi Platon’a düşülmüş bir dipnottur demiştir onun için. Öylesine büyük bir filozof anlicanız.

Şimdi, isterseniz önce Platon’un hayatına bi göz atalım. Yoksa onun fikirlerini anlamamız bi hayli zorlaşır.

Platon herşeyden önce büyük acılar çekmiş, travmalar yaşamış bir insan… Bu bilgiyi ilk önce cebimize koyalım.

İkincisi Platon, dini bir kişilik. Dindar bir adam yani. Aslında bir tarikat şeyhi. Evet şimdi gözümüzün önüne bir tarikat şeyhi getirelim. Aynen öyle. Mistik yönü kuvvetli ve felsefesi de dini inanç ağırlıklı.

Platon MÖ 428 yılında Atina’da dünyaya geliyor. Dünyaya geldiği sene toplamda 27 sene sürecek olan Peloponez savaşlarının ilk yılları.

Bu Peloponez Savaşı o dönemin iki büyük Yunan şehri olan Atina’yla Sparta arasında oluyor. MÖ431 ve 404 yılları arasında. Bunların ikisi de Yunan ve de birbirine zıt iki kutup. Amerika ile Sovyetler gibi. Atina demokrasi ile yönetiliyor. Sparta ise oligarşi ile. Yani bir nevi diktatörlükle.

Savaşın sonunda Sparta galip geliyor ve Atina’yı işgal ediyor. Düşünün, 27 yıl süren bir savaş, onca maddi kayıp, onca ölü.. Ve sonunda da kaybediyorsunuz ve ülkeniz düşman tarafından işgal ediliyor. İstanbulu işgal eden İngilizleri düşünün tam burda. Platon ise o sırada 25 yaş civarında.

Bu Peloponez savaşında Sokrates’de savaşmış ve de büyük kahramanlıklar göstermiştir.

Spartalılar  Atina vatandaşlarından oluşan kukla bir hükümeti başa geçiriyor. Otuz kişiden oluşan bu hükümete Otuz Tiran yönetimi deniyor. Spartalıların askeri gücünü arkasına alan bu yönetim, gelir gelmez, zulme, baskıya, zorbalığa, katliamlara girişiyor. Bi şekilde zenginlerin mallarına çöküyorlar. Görevde kaldıkları sekiz ay boyunca tam 1500 kişiyi katlediyorlar.. Düşünün. Özellikle kendilerine karşı olan demokrasi yanlılarını hedef alıyorlar. Demokrasi yanlıları Atina’dan kaçıyorlar, bir müddet sonra bir orduyla gelip Otuz Tiran yönetimini deviriyorlar ve demokrasiyi yeniden tesis ediyorlar… Otuz Tiran yönetimi ise kaçmayı başarıyor ancak daha sonra tek tek öldürülüyorlar.

Tabiki Platon bu zulme bütünüyle şahit oluyor. Katledilenler içinde kendi yakınları ve sevdikleri de var.

Bunun dışında, Peloponez savaşının ilk yıllarında Atina’da, sanki savaş yetmiyormuş gibi bi de veba salgını baş gösteriyor. Manzaranın korkunçluğunu bir düşünün. Yüzlerce insan sokaklarda kıvranıyor ve ölümü bekliyor. Yani şurda bi korona salgını oldu da, bu kadar imkana rağmen neler çektik. Tabi Platon bu salgın sırasında daha çocuk ama büyüdükçe, aklı yettikçe olayın dehşetini anlıyor. Bu da ona ayrı bir acı veriyor.

Daha sonra Sokrates’in öğrencisi oluyor. Ona bağlanıyor. Felsefe bilgisini ilerletiyor. Önceki filozofları araştırıp okuyor…

Ve de MÖ399 yılında, 29 yasindayken hayatının acısını, travmasını yaşıyor.. Bir peygamber gibi bağlandığı, sevdiği, adeta taptığı, hocası, piri, üstadı olan Sokrates, sudan sebeblerle yargılanıyor, idama mahkum ediliyor ve de baldıran zehiriyle idam ediliyor.

Hem de kim tarafından mahkum ediliyor biliyor musunuz? Hiçbir hukuk eğitimi almamış, önyargılarla, cehaletle, dedikoduyla dolmuş sıradan insanlar tarafından oluşan 500 kişilik bir jüri tarafından. Doğrudan demokrasi var ya hani Atina’da. Bütün devlet doğrudan halk tarafından yönetiliyor.

Bu yüzden de demokrasiden nefret ediyor. Bu cahil halk takımının saçma sapan yönetimi yüzünden Peloponez savaşına girdik. O kadar kayıp verdik. Otuz Tiran yönetimi başımıza geldi ve dünya kadar katliam ve zulüm yaptı. O da yetmedi, bunlar koskoca Sokrates’i öldürdü.

Sokrates’in ölümünden sonra Atina’yı terkediyor. Çünkü kendi hayatı da tehlikeye giriyor. O dönem Atina’da filozoflara ciddi baskıların yapıldığı bir dönem. İtalya, Mısır falan geziyor. Bir on yıl sonra falan tekrar Atina’ya dönüyor ve okulunu kuruyor.

Evet.. Gördüğünüz gibi, hayatı acılarla dolu bir insan. Ve büyük acılar, travmalar yaşayan çoğu insanın oluşturduğu yaygın bir savunma mekanizmasını oluşturuyor: GERÇEĞİ REDDETMEK…

İnsanlar genellikle acılarından kaçmak için savunma mekanizmaları oluştururlar ve de bizler buna karakter deriz.

Gerçeği reddetmek diye bilinen savunma mekanizması insanı deliliğe götürür. Mesela akıl hastanelerinde kendilerini peygamber, kral falan zannedenler var ya.. İşte bunların hepsi de büyük acılardan sonra bu savunma mekanizmasını işletmiş ve gerçeği reddedip, kendilerine hayali bir dünya kurup o dünyada yaşamaya başlamışlardır.

Şimdi tabiki Platon delirip de kendini kral, peygamber falan zannetmiyor. Ancak, düşündüğü şey şu: Bu kadar büyük acıların, zulümlerin, haksızlıkların yaşandığı bir dünya gerçek olamaz. Bu bir rüya falan olmalı. Gerçeği biz başka bir yerde aramalıyız.

İşte bu düşünceden yola çıkarak idealar fikrini oluşturuyor. Yani diyor ki, algıladığımız, gördüğümüz, duyduğumuz dünya gerçek değil. Bir idealar dünyası var, ki Mevlana buna mana alemi der, gerçek işte orası. Bu dünya bir hapishane, bir aldatmaca, bir rüya. Bi şekilde bu sahte dünyadan kurtulup o gerçek dünyaya ulaşmamız lazım.

İşte kısaca arkadaşlar, felsefeyle psikolojiyi birazcık harmanladığımız zaman, Platon’un psikolojisini, acılarını, yaşadıklarını anlayabildiğimiz zaman, onun 2500 sene boyunca bütün dünyada etkili olan felsefesinin kökenini anlayabiliyoruz.

Platon tabiki kendinden önceki filozofları da detaylı şekilde incelemiş birisi. Ve de önceki filozoflardan aldığı bazı görüşlerse şunlar:

-             Pisagor: Ruh inancı.

-             Heraklitos: Herşeyin sürekli değiştiği görüşü.

-             Parmenides: Hiçbirşeyin değişmediği görüşü.

 

Heraklitos’un  “Herşey değişir“ felsefesiyle Parmenides‘in “Hiçbirşey değişmez” felsefesini birleştirdiği zaman ortaya çıkan sonuç: Algıladığımız dünya sürekli değişir evet.. Ama gerçek dünya olan idealar dünyası asla değişmez, bozulmaz, yaşlanmaz, çürümez…

Platon aynı zamanda zengin birisi ve de soylu bir aileden geliyor. Ailesinden Atina yönetiminde yer almış, siyasetle uğraşan önemli kişiler var. Tabi Platon’un zeki ve akıllı olduğu ta çocukken anlaşılıyor ve herkes onun da siyasete girmesini bekliyor. Ancak Platon siyasetten de, bozuk düzenden de, insanların siyaset namına çevirdiği iki yüzlülükten de o kadar tiksinmiş ki, siyasetten de toplumdan da insanlardan da uzak duruyor ve kendini felsefeye veriyor.

Zaten yukarda da söylediğimiz gibi demokrasi denen sistemden nefret ediyordu. Ve de bilge filozofların yönettiği bir devlet modeli geliştirdi ve adına da ideal devlet dedi. Bu yönetim şekli otoriter bir yönetimdi. En iyi yönetim şekli buydu Platon’a göre çünkü otoriter rejimlerde değişiklik çok az olurdu. Yani her kafadan bir ses çıkan demokrasideki gibi zırt pırt yasa değişmezdi. Bu da hiçbir değişikliğin olmadığı ideal dünyaya en çok benzeyen yönetim şekliydi. Ayrıca doğruyu yanlışı birbirinden ayırabilen bilge filozofların da yanlış yapma ihtimali çok azdı.

Bu anlamda Platon aynı zamanda siyaset felsefesinin de kurucusu sayılır.

Ve de Platon MÖ348 yılında, 80li yaşlarında Atina’da hayatını kaybeder ve çok sevdiği, hasretini çektiği hocası Sokrates’e kavuşur.

Ondan geriye kalansa koskoca bir felsefe külliyatı…

Şimdi bi sonraki yazımızda Platon’un felsefesini incelemeye başlayabiliriz…

Yorumlar


  1. Günümüz dünyası için de
    "" İdeal dünya öyle zırt pırt değişen dünya olamaz.
    İdeal dünyada cahil cühela dan öyle zırt pırt ses çıkamaz,
    Öyleyse zırt pırt sesleri susturmak için demokrasiye bir an önce son verilip bilge filozofların önderliğinde bir İDEAL DEVLET in kurulması elzemdir.""
    Yine Arifçe bir ufuk açıcı yazı. Devamını bekleriz efendim.

    YanıtlaSil
  2. Demkki dert bir tek bizde değil

    YanıtlaSil
  3. Biz felsefi düşünecek kadar bilge olmadığımız için çareleri çaresizlik içinde arıyoruz derdi olan boş edemiyorsa bu akım mükemmel önünü da bilmek gerek

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUŞKUCULUK

PLATON II - İDEALAR

HERAKLİTOS